Lords of Chaos
“Gerçeklerden, yalanlardan ve
yaşanmış olaylardan uyarlanmıştır.”
Bu sözlerle açılıyor Jonas Åkerlund’un yönettiği Lords of Chaos filmi. 1998 yılında, Amerikalı Michael Jenkins Moynihan ve Norveçli gazeteci Didrik Søderlind’in ortak çalışmasının ürünü olan Lords of Chaos: The Bloody Rise of the Satanic Metal Underground isminde, çıktığı günden beri konu ettiği olayların aktörleri tarafından sıkça eleştirilen bir kitaptan uyarlanan bu film, MAYHEM‘in kurucularından, DEATHLIKE SILENCE PRODUCTIONS ve Helvete’nin sahibi Øystein Aarseth’in, BURZUM‘un yaratıcısı ve Mayhem’in bas gitaristi Kristian Vikernes tarafından öldürülmesiyle sonuçlanan olaylar zincirini ele alıyor. Eh, o dönem hakkında konuşmak için bundan daha iyi bir fırsat geçemezdi elime herhalde. Ha unutmadan, filmin sonunda Euronymous ölüyor gerçekten. Bu sizin için bir sürprizdiyse ve bozduysam zaten izlemeyin. Sizin için çekmemişler belli ki.
Biraz karışık ve uzun olabilir; çayınızı, kahvenizi alıp gelin isterseniz. Hadi bakalım.
Aslına bakarsanız üzerinden yirmi altı yıl geçmiş ve basının bu kadar ilgi gösterdiği bir olay hakkında kesin konuşmak, doğruyu yanlıştan ayırarak salt gerçekler ışığında bir karara varmak pek kolay değil. Basın kelimesinin altını özellikle çiziyorum; internet kullanıcısı olup burada yazanları okumaya meraklı birinin basının kendi gerçekliğini üretme konusunda ne kadar maharetli olduğu konusunda bilgisiz olduğunu düşünmek saçma olsa da. Kaldı ki cinayet gibi bir vakada, yani taraflardan biri sebeplerini ve haklılığını devamlı olarak gözden geçirip kendini yeniden savunmaya ve güncellemeye fırsat bulurken diğerinin çürüyüp yok olduğu bir durumda üçünçü kişilerin söyledikleri de bir o kadar değerli bir hale geliyor ki bu durumda da ortaya yepyeni motivasyonlar çıkabiliyor. O nedenle doğrudan olayların içinde yer almış Jørn “Necrobutcher” Stubberud’un enfes kitabını bile bir noktaya kadar güvenerek okumuş biri olarak hala bu çılgınca şey hakkında bildiğim her şeye şüpheyle yaklaşıyorum ve taraf tutup bol keseden sallamaya başlamamaları için herkese aynı şeyi tavsiye ediyorum. Bu arada Necrobutcher’ın da tıpkı Fenriz ve Attila gibi bu filme şiddetle karşı çıktığını, hali hazırda kaynak materyal bile bu kadar eksik ve yanlışken ondan esinlenecek yeni bir eserin her şeyi iyice saçma bir hale getireceğini düşündüğünü belirtmiş olayım. Tabii aradan geçen yıllara rağmen ne kadar çarpıtılıp saptırılsa da bazı gerçekler ve onları destekleyen belgeler değişmiyor elbette.
Necrobutcher ve Helhammer gibi eski/aktif Mayhem üyeleri tarafından farklı zamanlarda onaylanmış şekilde bir tür karakter bozukluğundan muzdarip, halbuki bu tip açıklamalardan da anlaşılacağı üzere nihayetinde ilgi çekmeye ve çevresi tarafından kabul görmeye çalışan ahmak bir çocuktan farkı bulunmayan Øystein Aarseth, yani Euronymous hakkında olduğu kadar Euronymous ve arkadaşlarının oluşturmaya çalıştığı ortama dışarıdan dahil olmaya çalışan ve daha sonra neredeyse bu ortamın merkez noktası haline gelen Kristian Vikernes, yani Varg hakkında da olumlu ve olumsuz pek çok şey söyleyebiliriz. İkisi de büyük birer karakter ve yarım akıllarıyla bulaştıkları her şeyi bir şekilde olduğundan çok daha büyük bir hale getirmeyi başarmış iki isim. Yine de günümüzde halen ne olduğu pek çokları tarafından anlaşılamayan black metalin intiharlar, kilise yangınları ve cinayetler etrafında şekillenen doğumunu düşündüğünüzde bu çarpık ve karmaşık olayları, bu iki büyük karakteri sinemaya uygun bir kalıba dökmeye çalışmayı acınası, samimiyetten uzak ve amacını sorgulatan bir uğraşı olarak görüyorum. Kısacası bana sorarsanız Lords of Chaos diye bir film asla olmamalıydı. Fakat var, o halde konuşalım.
Her şeyden önce ilginç bir detayla başlamak istiyorum: 2016’da çıkan ve bence fazlasıyla iyi olan son METALLICA albümünün çıktığı geceye dönelim. Hatırlarsanız grup her saat başında albümdeki sıralamasına göre yeni bir şarkıya hazırladığı klibini paylaşıyordu YouTube üzerinde. Peki albümden ManUNkind için hazırlanan klibin aynı zamanda Lords of Chaos filmine dair ilk görüntüleri taşıdığını biliyor muydunuz? Klipte, filmde MAYHEM elemanlarını canlandıran aktörler ve figüranlar yer alıyor gerçekten. Hatta Dead‘in içinde ölü bir kuş bulunan kese kağıdındaki havayı içine çekerek kendini hazırladığını bile girebilirsiniz… Canım Metallica be. Bu arada videonun altındaki yorumlarda bile daha bu olayın farkına yeni yeni varılıyor, hala ortamlarda satmalık bilgi seviyesindeyken bu kıyağım unutulmasın.
Kimin poseur, kimin true olduğu tartışmaları sayesinde yükselen bir metal sahnesini anlatırken bu kadar poseur kalabilmek için herhalde olan biten hiçbir şeyden gram çıkarım yapamamış olmak gerek. Jonas Åkerlund, dramayı ateşlemek ve olaylar net olmadığı için kesin bir şekilde anlatamadığı karakter değişimlerini haklı çıkarmak basit, ucuz sinema yöntemlerine başvurmuş ve poseur dediğimiz, ortalama Türk metalcisinin çok iyi bildiği o başkalarını etkileyebilmek için yaşamak, ona göre hareket etmek işinin kralını yapmış. Euronymous’un dış sesiyle başlayıp biten filmin en büyük handikabı, hiç olmaması gereken ve olduğunda da hiçbir sonuca bağlanmayan rezalet yan hikayeleri ve yönetmenin seyirciyi etkileme çabaları.
Val Kilmer’ın oğlu Jack Kilmer tarafından canlandırılan Per Yngve “Dead” Ohlin, gerçekteki trajik sonunun birebir -hatta belki ekran süresi açısından biraz abartılarak- yansıtılması sonucunda filmdeki en vurucu karakter olmuş. Euronymous-Varg ilişkisi harlanmadan önce devreye girip direksiyonu karanlık bir yola çeviren karakter Dead ve bu açıdan bakınca kesinlikle çok iyi çalışıyor filmde. Ancak sonradan Euronymous’un delüzyon anlarında yaşadığı ani, filme manasız bir gerilim/korku havası katma çabasının ürünü olan hızlı, karanlık ve bol efektli kesmelere söyleyecek bir şey bulamıyorum. Yönetmen filmde başarılı işlediği tek karakteri ve yan hikayeyi de hiç edip Dead’i bir tür hayalete, sözüm ona Euronymous’un zihninden atamadığı bir canavara dönüştürüyor. Sonra da kız arkadaşına ağladığı bir sahnede Euronymous’un Dead’i çok sevdiğini ve özlediğini hissetmemizi umuyor…
Hadi gerçek Euronymous’tan, yani arkadaşı bileklerini kesip tüfekle kafasını uçurmuşken fotoğraflarını çekip kafatasından parçalar toplayan adamdan zaten bahsetmeyelim ama daha filmdeki Euroynmous’un Dead’i niye sevdiği, ölümüyle neden sarsıldığı bile belli değil. Kaldı ki filmdeki Euronymous’un da aşağıdaki fotoğrafta görebileceğiniz sahneye verdiği ilk tepki gidip bir fotoğraf makinesi satın almak şeklinde… Gerçek fotoğrafı özellikle koymuyorum ama ille de Dead’in beynini görmek isteyen varsa tıklasın.
Aynı şekilde, eğer film black metal sahnesine ve bu sahnedeki aktörlere odaklanmış olsaydı asla görmeyeceğimiz bir Anne-Marit var Lords of Chaos‘ta. Kendisi Euronymous’un sevgilisi ve aynı zamanda bir fotoğrafçı ve filme göre Varg ile de ilginç bir ilişkisi var. Euronymous-Varg ilişkisindeki uyuşmazlıkları bu karakter üzerinden anlatmaya çalıştığı anlarda film Norveç’te metalcilik oynayan Amerikalı çocukların gençlik dizisine dönüyor. Bir sonuca da varmıyor üstelik bu ark. Kaçamak bakışmalarla başlayıp saçma sapan bir erotizme varan varan sahnelerle, tamamen aç bir şekilde o dönemden bir şeyler görmek, duymak isteyen seyircinin önüne taş koyup duruyor. Bu filmde neden uzun uzun sevişme sahneleri var arkadaş, yönetmen olarak ne aldın o sahneden gerçekten?
Yapılan her hareketin arkasına eylemi insanileştirecek bir motivasyon yedirerek konuyu black metalin dışına çekmeyi başarmış bir film Lords of Chaos ve bu bir noktada doğruluk payını kabul edebileceğim, en azından anlayabileceğim bir şey. Fakat şimdi size Euronymous-Varg zıtlığının filmdeki karşılıklarından birini anlatacağım: Euronymous, daha ilk saniyeden hoşlandığını anladığımız bir kıza göz süzüyor ama nedense aşırı manipülatif, etrafındakileri kendi çıkarı için koşturabilen bir adam olarak tanıtılmasına rağmen kıza yanaşamıyor. Varg ise BURZUM ismini duyurur duyurmaz adeta şöhretin kapılarını aralıyor ve Psycho‘nun yeniden çevrimindeki Christian Bale gibi bembeyaz odalarda ve karşısındakine hiçbir şey hissetmeden neredeyse tüm Norveçli genç kızlar ile halvet oluyor. Ne bu şimdi? Biri romantik serseri, öteki duygusuz bir şerefsiz mi? Ya ne kadar ucuz şeyler bunlar, bir tek ben takılmış olamam herhalde değil mi?
Gerçekte ise Varg, Euronymous’un gizli bir eşcinsel olduğunu iddia ediyor ve savını destekleyebilecek bu fotoğraf ile Euronymous’u bir kız uğruna öldürdüğü konusundaki spekülasyonlara her defasında şiddetle karşı çıkıyor. Bununla beraber homoseksüelite nefretini açıkça belli eden hareketlerle veya cümlelerle yapıyor bu açıklamaları, o yüzden de gerçeği bilmek pek mümkün değil. Buna karşın 1993-1998 arasında Varg’ın bir kız arkadaşı olduğu ve o kızın Anne-Marit olmadığı da bilinen bir şey. Gerçek çok da umrumda değil ama ne olursa olsun, filmdeki Anne-Marit’in varlığı tamamen saçmalık. Onun yerine Varg’ın işlediği cinayet sonrası şoka giren, hatta Varg’a yardım ettiği sonucuna varıldığı için 8 yıl hapis cezası alan, THORNS‘dan tanıyabileceğiniz Snorre W. Ruch’a odaklanılsaydı diyeceğim ama neyse.
Evde Tek Başına filmlerinden ve sonra da uyuşturucudan maymuna dönmüş haldeyken karakolda çekilmiş fotoğraflarından tanıdığımız Macaulay Culkin’in kardeşi Whoever (üşendim ismine bakmaya) Culkin, ilk bakışta garip görünse de yönetmenin tercihleri düşünüldüğünde iyi bir seçim olmuş. Alık ve ağlak bir Euronymous için gayet uygun Culkin. Bir şu yukarıdaki fotoğrafa bakın, bir de yazının başlarındaki o afişteki mutsuz palyaçoya… Of, şiştim.
Elbette black metal sahnesine ve gerçek kişiliklere odaklanamama sorununun temel sebebi telif ve izin problemleri. Öyle ki birçok grup Lords of Chaos‘ta yer almak istemediği ve aynı şekilde eserlerinin filmin bir parçası olmasına izin vermedikleri için duvarlarda, tişörtlerde, elden ele dolaşan plak ve kasetlerde gördüğümüz grupları dinleyemiyor, karakterleri göremiyoruz. Yine de en azından Euronymous’un ailesi izin verdiği için Mayhem parçaları kullanılabilmiş; gördüğüm kadarıyla o konuda yanlış bilgiler dolanıyor, dikkat. Çatır çutur Mayhem çalıyor gerçekten bazen ama o da olmasa zaten artık iyice al, at çöpe hale gelecekmiş iş. Tabii arada yine DIO, SARCOFAGO, BATHORY, SODOM, CATHEDRAL gibi isimlerden de tınılar duymak ve anlık coşmalar yaşamak mümkün. Fakat özellikle filmin sonunda MYRKUR çalınca gerçekten “yok artık!” diye bağırdığımı hatırlıyorum ekrana doğru. Sitedeki çeşitli yazılarda da görebileceğiniz üzere black metal yaptığını iddia etmeyi bıraktığı andan sonra Myrkur ile bir problemim kalmadığını belirtmiştim daha önce ama bu filme şu kadını koymak, bu insanların ne düşündükleri gerçekten zerre umrumda değil demekten başka bir şey değil. DEAFHEAVEN da koysaydın kardeşim.
İyi bir zombi ve b filmi izleyicisi olarak Lords of Chaos ile ilgili söyleyebileceğim nadir olumlu şeylerden biri yönetmenin şiddet konusunda elini asla korkak alıştırmaması. En azından görsel açıdan yaşanan dehşetin etkileyiciliği konusunda hiçbir şey söyleyemem. Doğru makyaj, doğru pratik efektler ve uzun uzadıya sekanslar ile Dead’in intiharını, Faust’un eşcinsel bir adamı öldürüşünü ve elbette Varg’ın Euronymous’u defalarca bıçaklayışını bu kadar net görmeyi beklemiyordum. Özellikle Dead’in kademeli intiharı eminim pek çoklarını kısa süreli şoka uğratmıştır/uğratacaktır.
Gerçekten olmuş bir şeyi çıplaklığıyla yansıttığı için yönetmene kızamam belki ve bu bir tercihtir sonuçta ama elindeki materyale güvenmeyen insan bu yolu tercih eder biraz da. Jonas Åkerlund da bir türlü yansıtamadığı o black metal sahnesini, bir grup gencin Norveç’e yaydığı o vandalizm ve kara propagandadan oluşan korku dalgasını bu vahşet anları üzerinden vermeye çalışıyor. İzlerken aklınızın bir köşesinde olsun bu cümle.
Elbette herkes kadar ve sanıyorum bir tık daha fazla bir şeyler biliyorum ama 1984-1994 arasında Oslo’da yaşananların uzmanı olduğumu iddia edecek değilim. Fakat en azından Lords of Chaos‘un kötü bir film olduğunu anlayabilecek kadar sinema biliyorum. Normalde bu kadar kötü olduğuna inandığım şeyler hakkında konuşup prim bile vermekten hoşlanmam ama işlediği konu nedeniyle daha bir bu kadar daha konuşabilir, tartışabilirim aslında. Zaten black metal var olduğu sürece konuşulacak konulardan biri bu aslında, haha.
Bence eğer sadece gerçekten ilgiliyseniz Lords of Chaos‘u izleyin ve bu filmin bir kurgu, ticari bir ürün olduğunu unutmamaya çalışın. Bu kültürün bir parçası gibi göründüğü ve en azından yüzeysel bir bakış açısıyla sinema alanında karşınıza çıkabilecek, metal ile en alakalı birkaç eserden bir tanesi diye balıklama atlamak zorunda değilsiniz yani. Ne filmin anlattıklarına, ne işaret ettiklerine, ne de çıkarımlarda bulunmanız için ektiği tohumlara aldanmayın. İlgileniyorsanız bakın, araştırın, düşünün, tartışın ve nihai kararı kendiniz verin. İlgilenmiyorsanız ve böyle bir eseri yorumlayacak bilginiz/kapasiteniz yoksa da sırf gündem diye boş boş yorumlayıp iki gram keyfimizin içine turp sıkmanıza gerçekten gerek yok.
Bu yazı ne Burzum övüyor ne Mayhem yeriyor ne de başka bir gizli amaç güdüyor arkadaşlar. Bu zibidilerin hiçbiri babamın oğlu değil ama belli ki okuduğunu anlama konusunda yetersiz arkadaşlar var ve hal böyleyken yazılı yeni bir açıklama yapmak da abes kaçıyor ama olsun.
film her ne kadar hem kendisinin başında, hem de yazının başında belirtildiği gibi gerçeklere ve yalanlara dayalı da olsa, böyle bir yapım izlemek çok garip geldi. 2008-2009 yılları arasında Black Metal’den haberdar olmuş ve onun Blasphemy düsturuna sahip oluşu yüzünden, BM’in kendisine karşı dehşet olumlu önyargılar geliştirmiş biri olarak bu Dead’in intiharı, kilise kundaklamaları ve de Varg’ın Euronymous’u öldürmesi durumlarını ara ara tekrar tekrar duyan black metal dinleyicilerinden biri olarak, bu film bana biraz garip hissettirdi. sanki bu konular, üzerine film çekilemez şeylerdi ve bunları yıllar sonra bir sinema filminde görmek garip hissettirdi.
yazıyla ilgili olarak da, Türkçe olarak bu film hakkında, kendimden daha fazla şey anlamış birinin yazısını okuma şerefine erişmek de, ayrı bir güzellik. filmi bitirir bitirmez siteye daldım dün gece.
metal müzik hakkında yapılan filmler belgeseller genel olarak kötüdür.
Herhalde Spinal Tap’in üzerine çıkabilecek bir eser gelmeyecek. Halbuki hem aksiyon hem de komedi için çok iyi bir tema ve alan yaratıyor metal müzik. Belgeseller konusunda tam olarak katılmıyorum; grup odaklı belgeseller gerçekten genelde uyduruk olsalar da Celtic Frost ve Lemmy’nin belgesellerini hala çok severim. Fakat daha tür odaklı Until the Light Takes Us, Get Thrashed, Once Upon a Time in Norway gibi işler epey sağlam temelli ve kapsayıcılar aslında. Sam Dunn’ın yaptığı işlerin de seveni çok ama beni pek etkilemiyorl-.
Ufak bir ekleme yapmak isterim. Anvil: The Story of Anvil de çok başarılıydı bir de. İzlemeyenlere şiddetle tavsiye ederim.
Bir onu izlemedim galiba grupla ilgim pek yok diye. Burada da öneriliyorsa bakmak şart oldu.
Until The Light Takes Us belgeselini bir türlü sevemedim. Bir ‘meselesi’ ve odaklanmış olduğu bir konusu yok. Konudan konuya sıçrıyor ve aslında o tayfanın günlük yaşamlarından kolajlar sunuyor bize. Ara ara yapılan röportajlar da son derece iğreti durmuş hatta. Sam Dunn ise ticari yönleri de olan iyi işler çıkarıyor ortaya. Lords of Chaos ise yazıda gömüldüğü kadar kötü bir film değil. Elbette bir başyapıt da değil, olmasını bekleyen de yok ama yazıdaki gençlik filmleri imasından yola çıkarak söylüyorum, aslında bu da bir gençlik filmi. O gençliği anlatıyor, o kuşağı anlatıyor ve bunu filmdeki karakterler üzerinden yapıyor. O yüzden de anlatım dili çok şaşırtmadı. Eğlenmek, isyan etmek hatta belki de ilgi çekmek ve aidiyet duygusunu bastırmak isteyen bir grup gencin başlattığı işler (yine yazıda atıfta bulunulduğu gibi) başlarından büyük belalara neden oldu ve çığırından çıktı. Sonuçta da bazıları hapse, biri de mezara girdi. Benzeri bir olayı 99’da ülkemizde biz de yaşadık hatırlarsanız. O yüzden de ben Black Metal camiasının filme öfkesinin nedeninin biraz da bu olduğunu düşünüyorum. Yalan söylediği için değil, kendilerinin bile itiraf edemediği gerçekleri söylediği için öfkeliler filme. Kendilerini karikatürize ettiği için öfkeliler. Sonuçta yönetmen de bu işlerin yabancısı değil. Sonuçta ilk gerçek anlamdaki Black Metal grubu Bathory’nin davulcusu, Quorthon’un ruhunu evinde teslim ettiği adam. Filmde öyküsünü anlattığı herkesten daha fazla ‘gerçek’ metalci olduğundan eminim. Evet, sinema dili olarak eksikleri çok olsa da genel itibariyle meselesini iyi anlatan ve başarılı denebilecek bir film Lords of Chaos. Puanım: 7/10
Yazınızı okurken çok büyük bir zevk aldım. Parmak bastığınız yerlerde ise aşırı haklısınız. Özellikle koydugunuz fotoğrafların kalitesine hayran kaldım, çeşitli fotoğraf paylaşım sitelerinde böylelerini bulmak çok güçken yazınızı çok güçlenirmiş özellikle bunlar. Her ne kadar bazı noktalarda film ‘Black Metal’ filmi olmak çıksa, absürt sahneler ile ‘gerçek’ olayın gidişatı değiştirilse, saptırılsa, garip manipülasyonlara bırakılsa da.. ben filmi izlerken zevk aldım. Bazı yerlerde yok artık aq dediğim yerlerde oldu ama genel olarak film olarak zevkli bi yapım. İzleyecek olan arkadaşlara da bu yönden izlemelerini tavsiye ederim. Saygılar…
Çok teşekkürler. :’)
“Pelle ohlin’in ölümü, İntihar mı Yoksa Cinayet mi?” yazısını metalperver mi yayınlamıştı. Hiçbir yerde bulamıyorum.