Candlemass – The Door to Doom
Merhaba.
Candlemass’ı çok severim. Biraz geç kalmış olsam da 2005 yılında, grubun kendi adını taşıyan albümüyle tanışıp ardından o zamana kadar Peaceville Üçlüsü egemenliği altındaki doom bilgim ve sevgimin daha geleneksel ve epik tarafa açılmasına vesile olan gruptur kendisi. Aslında sıkça eleman değiştirmesi ve buna bağlı olarak inişli çıkışlı seyreden kariyerini göz önüne alınınca halen bu kadar saygı gören ve sevilen bir noktada olması ilginç görülebilir ama İsveçli doom efsanesini birazcık bile biliyorsanız bunun tesadüfi bir başarı olmadığını da biliyorsunuzdur zaten.
Kuruluşundan otuz beş yıl sonra, ilk vokalistini gruba yeniden dahil ederek oluşturduğu özgün kadrosuyla karşımıza çıkacak iddialı bir Candlemass fikrinin yarattığı heyecan, TONY IOMMI destekli Astorolus – the Great Octopus ile iyice katmerlenmişti ama ne yazık ki bir haftadır kurcalayıp durmama, sevmek için çok çaba göstermeme rağmen artık kabullendim galiba; The Door to Doom hakkında iyi şeyler söylemekte epey zorlanacağım gibi görünüyor.
Defalarca dinlememe rağmen öne çıkan, hatırda kalan ve The Door to Doom lafı açılınca hemen hafızanın derinliklerinden çekip çıkarabileceğim bir şey bulmakta zorlandığım, bütünüyle vurucu olabilmekten uzak bir albüm yapmış Candlemass. Leif Edling’in yeteneklerini sorgulayacak kadar delirmediysem de albümdeki bestelerin KRUX ya da THE DOOMSDAY KINGDOM ile yaptığı şeylerden tek farkı vokallerde hepimizin yeniden duymayı sabırsızlıkla beklediği, bir alt türde vokallerin nasıl olması gerektiğini net bir şekilde ortaya koyup piyasadan çekiliveren Johan Längquist’in yer alıyor olması. Bunun haricinde son on senedir Leif Edling’den ne duyduysanız eksiği ya da fazlası olmadan aynısını duyacaksınız The Door to Doom‘da ve 1986 ruhunun yeniden sahalara döneceğinin iddia edildiği, Johan Längquist ve IOMMI isimlerinin yer almasıyla beklentilerin yükseldiği bir albümde gayet standart, hatta vasata yaklaşan bestelerle karşılaşmak epey tadımı kaçırdı açıkçası.
Candlemass gibi bir çatının altındayken AVATARIUM‘daki kadar özgür takılamayacağının farkındayım elbette ama grubun yıllardır yaptığı muazzam besteleri düşününce The Door to Doom gerçekten biraz zayıf kalıyor. Death’s Wheel, Astorolus – the Great Octopus ve House of Doom gibi bundan yirmi sene önce çıkmış bir Candlemass albümünde bile kendine yer bulabilecek saf, güçlü ve daha ilk saniyeden insana bu çalan Candlemass! dedirten, albümü ayakta tutan bestelerin yanına bu kadar doldurma işler dayayıp geçmek hiç yakışmamış. Candlemass’ın yaşlandığı, bazı şeyleri yapmış olmak için yaptıkları ve eskisi kadar inanarak, kendini vererek çalmadığı anlaşılıyor hemen. Tabii yaş ortalaması elli beşe yaklaşmış, otuz küsür yıldır aynı müziği yapan insanlardan bahsettiğimiz için albüme koyacakları her şarkının hit olmasını beklemiyordum ve bu konuda ne düşüneceğiniz size kalmış ama özellikle Bridge of the Blind gibi aslında tamamen hisle, duyguyla ortaya çıkması düşünülen şarkılardaki mekaniklik ve ruh eksikliği epey can sıkıyor. Black Trinity, Under the Ocean vs. de hiç olacak iş değil…
Buna karşın performans anlamında herkes oyununun zirvesinde artık ve gençlik yıllarındaki kadar vahşi olmasa bile özellikle Johan Längquist’in vokali hala bu müzikte tartışmasız bir seviyede olduğunu gösteriyor. Candlemass etli butlu gitarları ve müziğe hacim katan Leif baslarına karşın öncelikle vokal performansına sırt yaslayan bir müzik yapıyor aslında ve
Längquist bu konuda en çok güvenebileceğiniz isimlerin başında geliyor gerçekten.
Eskinin ihtişamını hatırlattığı anlara rağmen zaman zaman ticari ve doldurma gözüken, ruhunu pek yakalayamadığım, o yüzden de içine giremediğim, müzikal olarak orta şekerli ve Candlemass’tan daha önce duyduklarımızı göz önünde bulundurunca grubun adına pek yakışmadığına inandığım bir albüm olmuş The Door to Doom. İyi desem eski albümlere, kötü desem dinlediğim kırk sekiz dakikanın yirmi dakikasına çok ayıp olacak… Arada açar Astorolus – the Great Octopus, Death’s Wheel ve House of Doom çevirir kapatırım; canınız sağ olsun, ne yapalım.
Bu kadar iyi şarkılar varken, bir o kadar da özelliksiz şarkılar nasıl oluyor bir albümde (hele ki bir Candlemass albümünde) gerçekten anlayamadım. Under the Ocean diye bir şarkı olduğunu albümü dördüncü dinleyişimde falan fark edebildim sanırım, “aa Splendor Demon Majesty ile Astorolus arasında bir şeyler daha çalıyor lan” diye.
Yine de aşırı güzel şarkılar var ve Candlemass. Deli gibi dinliyorum o yüzden.
Geri bildirim: Doom Metal – 2019 – Metalperver
Geçenlerde çıkardıkları EP münasebetiyle albümü bir daha döndürdüm. Geçen yıl biraz burun kıvırdığım Splendor Demon Majesty ve The Omega Circle’ın o kadar da fena olmadığını fark ettim. Bu kritikte de gömülen Black Trinity ve Under the Ocean yine kurtaramadı kendini. Black Trinity’yi konserlerde de çalıyorlarmış, gerçekten tuhaf. Yeni çıkan EP’deki The Pendulum parçası rahatlıkla bu albüme girermiş aslında. İşin asıl ilginç tarafı, bu şarkının yine geçen sene çıkan Avatarium albümünde yer alması. Anlaşılan o ki Leif Edling, şarkıyı Candlemass albümüne koyacak kadar beğenmeyip “alın, sizin işinize yarasın bari” diye Avatarium’dakilere vermiş. Şimdiyse parçayı yeni EP’de görüyoruz. Pek anlam veremesem de aynı şarkının iki farklı ve iyi versiyonunu dinlemek güzel tabii.
EP’deki bahsettiğim parça Porcelain Skull elbette, yanlışlıkla EP’nin adı olan The Pendulum’u yazmışım.