Ossuarium – Living Tomb
Merhaba.
Bu topraklarda yaşayan metalciler için eş dost ortamında, özellikle de gürültülü ortamlarda hakkında konuşması zor bir grubu tanıtmak istiyorum bugün sizlere. Fakat bir düşünsenize; arkada bangır bangır çalan müziğin diğer masalardan yükselen seslere karıştığı bir ortamdasınız:
-Abi bir grup dinledim geçen, çok iyiler.
+Hadi ya, hangisi?
-Ossuarium.
+Ney?
-Ossuarium!
+Bir kere de tut şu götünü ulan kaçırtacaksın kızları.
-Ossuarium abi, grubun adı Ossuarium… Neyse ya, boşver.
Sululuklar bir yana, son dönemde şebeke suyuna ne karıştırdılarsa Oregon ekstrem metal sahnesinde inanılmaz şeyler yaşanıyor. Elbette tesadüfle ya da ilahi takdirle açıklanabilecek bir şey değil bu; koskoca Relapse Records daha 2009 yılında eyaletteki yüksek potansiyeli görüp ikinci ofisini Portland’a açmışken, AGALLOCH, YOB, RED FANG veya TOXIC HOLOCOUST gibi isimler ortalığın tozunu attırıyorken Cuma’nın gelişi Perşembe’den nasıl belli oluyorsa Ossuarium’un gelişi de dün yediği… Neyse, yeter bu kadar osuruk şakası.
2016’da kurulan ve ilk albümü Living Tomb‘u geçtiğimiz hafta yayımlayan Ossuarium, orta tempo pes davullar ile tremolo gitarın gücünü kullanarak eskimiş taş duvarlardaki çatlakların arasından süzülerek yolunu bulan habis bir ruh gibi hedefine emin adımlarla ilerleyerek eski usül death metalin ürkütücü atmosferini güçlü bir biçimde yeniden sahnelemeyi başarmış. Üstelik grubun tek yapabildiği de bu değil.
Corrosive Hallucination gibi tamamen 90’lar leş, kötücül death metali övgüsü şeklinde başlayan bir şarkıda dahi bir süre sonra daha maceracı davranarak türe Kuzey Avrupa’nın getirdiklerini de (Finlandiya diyelim, ASCENDED diyelim) müziğine yedirmekten geri adım atmamış Ossuarium. Ayrıca albümün sağına soluna serpiştirilen, Living Tomb‘u daha değişken ve heyecanlı kılan melankolik gitarlar, atmosferi perçinleyen kasvetli geçişler ve diSEMBOWELMENT tarzı bir doom anlayışı ile henüz ilk albümden böyle güçlü bir karakter gösteriyor olmalarına çok yükseldiğimi itiraf etmem gerek.
Ossuarium için her şey çok görünüyorken albümün görkemine gölge düşüren çok kötü davul kaydı, Living Tomb‘u biraz baltalıyor. Özellikle hızlandığı bölümlerde bütün müziği bozuyor ve End of Life Dreams and Visions, Pt.2 gibi düşük tempoda açılan şarkılarda birdenbire belirginleştiği zaman da insan şaşırıyor adeta. Hakikaten olmamış. Mis gibi albüme, güzelim gitar tonlarına yazık olmuş hatta biraz. Writhing in Emptiness‘in ortasındaki beklenmedik pasaj ne kadar ferahlatıcıysa çıkışındaki dağınık, bulanık, felaket çiftkros da o kadar boğucu ve tatsız çünkü. Bir de vokal bir noktadan sonra tamamen gözardı edilecek bir seviyede ne yazık ki ve çok standart bir performans gösteriyor.
Karanlık ve kasvetli, rif çeşitliliğinden ya da temposundan vazgeçmeden doom hissiyatını koruyabilen death metal albümlerine karşı her zaman sempatiyle yaklaştığım için ekstra sevmiş de olabilirim bir miktar ama Living Tomb old school death metali modern bir bakış açısıyla yeniden yorumlayan güçlü bir albüm ve gördüğüm kadarıyla çıktığı andan beri takip ettiğim ortamlarda fazlasıyla hakkı veriliyor zaten. Türü seviyorsanız mutlaka bir bakın, ben de takip listeme aldım hemen. Umarım gelecekte Ossuarium ismini daha çok duyarız.