Riverside – Wasteland
Merhaba.
Sitede Riverside kritiği olmamasının iyi bir sebebi var; Riverside, siz ne kadar mesafeli ve kapalı durmaya çabalarsanız çabalayın, bir şekilde nüfuz edip zihninizi, kalbinizi bulanıklaştırabilen, tadınızı kaçırabilen, özel bir grup.
En son 2015 yılında, Love, Fear and the Time Machine ile gönülleri fetheden Polonyalı progresif üzücü timi, bu enfes albümden yalnızca bir sene sonra, kurucu gitarist Piotr Grudzinski’nin kalp krizi nedeniyle hiç beklenmedik bir anda hayatını kaybetmesi sonucunda epey derin bir yara alsa da Mariusz Duda önderliğinde yola devam etme kararı aldı ve onun enstrümantal kayıtlarını toparlayarak çıkardıkları Eye of the Soundscape sonrasında, Piotr’in ölümünün üzerinden iki yıl geçmişken işte burada, içinde Piotr’in yer almadığı ilk Riverside albümü Wasteland ile başbaşayız.
Açık açık söyleyeyim; bana kalırsa böylesi bir durumdayken Riverside’ın yeni bir albüm yapması bile bir lütuf bence. O nedenle aslında Wasteland hakkında beklentilerimi düşük tuttuysam da bir yandan da elemanların yeteneklerini ve Piotr’in anısını yüceltme isteklerini göz önüne alınca en standart halleriyle bile ortaya belli bir kalite koyacaklarına inancım da tamdı. Gerçekten de kötü bir albüm yapma ihtimali çok düşük olan isimlerden birisi Riverside ve üzerindeki kara bulutlara rağmen Wasteland de bu düşünceyi güçlendiren, mis gibi bir Riverside albümü.
Tanıdık bir yaklaşım ile Riverside’ın iyi yaptığını bildiğimiz hemen her şey yer bulmuş kendine Wasteland‘de. Neredeyse bir ninni kıvamındaki The Day After ile açılan albüm, Acid Rain ile o bilindik gitar-klavye uyumunun dorukta olduğu Riverside müziğiyle devam ediyor. Son dönemde iyice ön plana çıkan agresiflik, melankoliyle bütünleşik bir şekilde bir kez daha albümü durağanlıktan ve tek boyutluluktan çıkarmış. Mariusz Duda bu sert-yumuşak dengesini çok iyi kurabilen bir müzisyen ve hem müzikte hem de vokalinde çok iyi bir kimya tutturmuş her zamanki gibi. Gitar, bas ve vokalden sorumlu olarak Riverside’ın beyni konumunda olsa da albümün bir ekip çalışması ürünü olduğu ortada. Özellikle konuk müzisyenler Michał Jelonek (keman) ve Maciej Meller’in (gitar) katkılarıyla daha taze bir tını çıkmış ortaya. Jelonek’in kemanı üç-dört parçada neredeyse gruptan rol çalacak kadar baskın ve bence epey de keyifli.
Banjo, theremin, keman derken Wasteland zengin bir albüme dönüşmüş. Fakat geçmişe nazaran metal hissinin iyice derinlere gömülü olduğu bir Riverside’a evrilindiğini de belirtmek gerek. Bahsettiğim sert-yumuşak dengesinde artık sert kısımlarda metalden ziyade rock sınırlarında bir sertlik söz konusu. Tabii Piotr’i de düşününce genel melankoli halinin daha da öne çıkmış olması doğal. Çok bir eleştiride de bulunamıyorum bu yüzden ama biraz objektif bakmaya çalışınca bir noktada kaydın zayıf kaldığını düşünüyorum. Riverside kayıtlarında hep bir eskilik hissi oluyor ve belli ki bu bilinçli bir tercih ve özellikle gitarlarda çok işe yarıyor. Fakat özellikle davul tonları tatmin edicilikten çok uzak ve güçlü görünmesi amaçlanan bölümlerin bir tık düşük viteste kalmalarının sebeplerinden biri de bu bana kalırsa. Söylemesem içimde kalırdı.
Bunun dışında Piotr’in ruhunun üzerinde salındığı, hakikaten melankolik ve herhangi bir anda insana vurabilen bir albüm Wasteland. Eskiye nazaran albümü taşıyacak lokomotif parçaların ve elbette Piotr’in eksikliği hissediliyor ama her şeye rağmen müzikal açıdan tatmin edici ve duygusal açıdan da etkileyici. Benim için sonbaharı getiren albüm oldu diyebilirim ve bu da epey bir şey söylüyor aslında. Kısacası Riverside yine yapmış yapacağını.