Morne – To the Night Unknown
Merhaba.
Neredeyse her sludge kritiğinin başında bu türün favorilerim arasında olmadığını belirtsem de bu aralar sludge grupları gerçekten de müthiş işler çıkarıyorlar. Geçtiğimiz hafta içerisinde dördüncü stüdyo kaydını yayımlayan ve kendilerini daha önce duymadığım için başımı duvarlara vurduğum Amerikalı Morne de o isimlerden bir tanesi.
Elbette bu dev, kasvetli ormanın içerisindeki diğer pek çok bataklık bekçisinin kendi bölgesinde yaptığı gibi Morne de kendi bataklığını olabilecek en yoğun, en cezbedici ve en öldürücü hale getirebilmek için elinden geleni ardına koymayarak müziğini salt sludge sınırlarının çok ötesinde bir noktaya taşımış. Amerika’nın nam salmış ve benim de epey beğendiğim isimlerinden Brad Boatright’ın mikslediği, böylece epey uzaklardan duyuluyormuş hissi yaratan genel havası dışında şişko şişko gitar tonları ve ezici riflerin beslediği, cuk oturmuş bir vokal ile taçlanan Morne müziğindeki baskın duygu kesinlikle yıkım ve kıyamet ama yine de Morne’u tanımlamak çok kolay değil. İlle de bir şey söylemek gerekiyorsa yarısından fazlası alabildiğine hakiki, beton gibi bir doom, diğer yarıdan biraz az kalan kısmı ise modern kafalarla harmanlanmış sludge. Tabii bir de asla gözardı edemeyeceğimiz, ışık geçirmez bir crust karanlığı söz konusu. Daha önce DOWNFALL OF GAIA dinlediyseniz onların tam olarak beceremediği her şeyi müthiş yapan -en azından To the Night Unknown özelinde- bir grup, gibi düşünün. Oh be, yine bilip bilmeden bokladım bir şeyleri. Twitter’dan ulaşabilirsiniz haha.
Albümle aynı ismi taşıyan, akılda kalıcı ve daha geleneksel bir akışa sahip açılış parçası beklentiyi yükseltirken hemen arkasından giren ve albümdeki en uzun, en epik parça olan Not Our Flame bu beklentiyi inanılmaz hızlı ve etkili bir biçimde karşılıyor. Tam olması gerektiği şekilde başladığı yerden bambaşka bir noktada biten ve kendi içinde başlı başına bir yolculuk sayabileceğim Not Our Flame‘i atlatmak gerçekten kolay değil. Sadece bu parça için bile dinlenir To the Night Unknown, daha ne diyeyim. Bu muazzam işin ardından iyice doom sularına çekilip dinleyicinin gardını düşürüyor albüm ve Scorn gibi, Shadowed Road gibi manyaklıklarla tamamen ele geçiriyor.
To the Night Unknown ile ilgi çekici konulardan biri ise albümdeki geleneksel-modern dengesi. Özellikle gitar sololarında ortaya çıkan, o ezici ana riflerin birçoğunda da kendini belli eden geleneksel doom kalıpları, kendini tekrar ederek salınımı artıran melodiler, bir anda düşen tempo ile MY DYING BRIDE‘a dönüşmeler – gerçekten Night Awaits the Dawn dinleyip de MDB duymamak imkansız – geçmişe bağlı dinleyicilere tebessüm ettiriyor. Fakat işin diğer yanında bestelerin hepsine hakim olan, sürekli ileriye gitme eğilimi, albümü daha önce iyi-kötü pek çok örneğine denk geldiğimiz şeylerden ayırıp daha modern bir hava katıyor. Hiçbir noktada bir önceki parçadan, ya da parça içindeki bir önceki bölümden geriye düşmüyor Morne ve bu epey iyi bir iş.
Başta vokale övgüler döşediysem de bence albümün zayıf karnı vokal departmanı ne yazık ki. Biraz tek boyutlu ve o nedenle de besteleri öne taşıma konusunda yetersiz kalıyor bence Miłosz Gassan. Yapabildiği şeyler sınırlı ama onları da çok iyi yaptığı için bir şey diyemiyorum pek, fakat yine de daha geniş bir yelpazeye sahip, daha yetkin bir vokal ile bu besteler ne noktaya gelirdi, onu da merak etmiyor değilim.
Eğer olur da önümüzdeki süreçte To the Night Unknown dinlemeyi bırakabilirsem -pek sanmıyorum- grubun eski albümlerine de mutlaka bir göz atacağım ama Morne yalnızca bu albümüyle bile beni kendine bağlamayı başardı. Hazır yavaş yavaş yağmurun, gri rengin, yalnız yürüyüşleyin egemen olacağı kasvetli günlere doğru kıvrılıyorken senenin hiç beklemediğim, hiç bilmediğim, ölümcül bir güzelliği tatlı tatlı burkuyor içimi. Güzel. Vallahi çok güzel.
89/100