Empyrium – The Turn of The Tides
Hiç sahilde sabahladınız mı? Ben birçok defa sabahladım. Hafif mayhoş bir ruh hali ile birlikte sanki üstünüze örtmeniz için orada duran binlerce yıldız ve hafif hafif kulağıma vuran dalga sesleri ile geçireceğim birkaç saati veya kısa süreli bir uykuyu herhalde hiçbir şeye değişmem. Özellikle dalgaların kesintisiz bir şekilde kıyıya vurup geri çekilişinin sesi hafiften kulağınıza tanıdık gelmeye, o sese alışmaya başladığınızda yaşanması muhtemel huzur sanırım çok az şeyde var. Bunlardan bir tanesi de şüphesiz Empyrium’un on iki yıl aranın ardından dinleyenlerine sunduğu The Turn of the Tides albümü.
İnsana ait duyguları ve doğayı kendine has bir biçimde işleyen Empyrium’un benim için ne kadar özel ve güzel olduğunu anlatmayı pek beceremediğim için grup ile ilgili daha çok bilgi edinmek istiyorsanız sizleri Into the Pantheon kritiğine göz atmaya davet edeyim ve ben The Turn of the Tides’a methiyeler düzmeye başlayayım.
Empyrium’dan ne beklersiniz? Öncelikle karanlık, senfonik neo-folk besteler elbette. Schwadorf-Helm ikilisinin bu konudaki yetenekleri öyle bir noktaya geldi ki artık Empyrium adı altında dinleyeceğim her yeni şarkıdan aklımı almasını, beni başka bir varlık boyutuna taşımasını bekler oldum. The Turn of the Tides da bu hususta oldukça yeterli. Yeterli neymiş ya, ilah gibi, ermiş gibi.
Belli kalıplara bağlı bir tür olduğu için belki de hamuruna yeni bir şey katması en zor türlerden biriyle uğraşan gruptan on iki yıl sonra Weiland gibi bir albüm de gelse ne hayal kırıklığına uğrar ne de herhangi bir olumsuz düşünceye kapılırdım. Fakat Empyrium özel olduğunu bir kez daha kanıtlarcasına kendisinden aşina olduğumuz özelliklerinin yanında cephanesine yeni silahlar da katmış. Aradan geçen onca zamana dair Empyrium’un gelişmeye ve evrilmeye devam ettiklerini görmek çok keyifli.
Saviour karanlık bir piyano ile karşılıyor dinleyiciyi. Şarkılara yavaş ve kasvetli bir şekilde girme alışkanlığı, grubun tınısındaki bariz değişime rağmen yerini koruyor. Üstüne bir de grubun temelini oluşturan doğallığının albümün nispeten elektronik altyapısına rağmen hala yerli yerinde olduğunu görmek çok sevindirici. Güzelliğin olanda değil, görende olduğu iddiasıyla kapanan Savior, henüz albümün başında verdiği, Markus’un ne kadar olgunlaştığı sinyalleriyle de hala favorilerimden biri konumunda.
Tını değişiminin en net bir şekilde görülebileceğini düşündüğüm, albümdeki belki de en iyi şarkılardan biri olan In the Gutter of This Spring‘deki post-rock atmosferi, Helm’in markalaşmış vokalleriyle ve grubun darkwave türüyle dirsek temasındaki ince DEAD CAN DANCE havası, Empyrium özünü daha da geliştirerek The Turn of the Tides‘ı grubun diskografisindeki en önemli işlerden biri yapıyor.
Folk temellerinin detaylarda gizli olduğu bir albüm The Turn of the Tides. Schwadorf’un müthiş akılda kalıcı gitarlarının ön plana çıktığı kimi bölümler aracılığıyla dinleyiciye aktarılan folk elementlerinin grubun ana silahı olmaktan çıkıp, yarattığı eşsiz atmosfere katkı sağlayan bir unsur haline geldiğini görmek şahsım adına benzersiz bir deneyim. Grubun tam on iki yıl aradan sonra hala tazeliğini koruyabildiğini görünce, Scwadorf-Helm ikilisine yemek filan ısmarlayası geliyor insanın. Öyle bir mutluluk. Belki ısmarlarım, belli mi olur.
The Turn of the Tides‘ın kendimce övmeye çalıştığım biraz öznel ve abstrakt özellikleri sayesinde grubun en soyut albümü olduğunu söylemek mümkün. Bu yaklaşım albüm adına işaret edercesine grubun sonsuz döngü kavramına olan bakış açısını destekleyen bir müziğin ortaya çıkmasındaki en önemli etmen olsa gerek. İnsanın, doğanın, evrenin kendini yenilemesi, dönüşerek gelişmesi ve kendini tekrar keşfetmesi gibi derin ve soyut sularda gezinen albümün Empyrium’un kendini yeniden keşfettiği albüm olması ise harikulade bir detay.
Grubun heavy yanının yalnızca zaten daha evvelden yayınlanmış olan Dead Winter Ways ile The Days Before the Fall ile sınırlı kalması bir parça hayal kırıklığı yaşatmıyor değil. Ancak her ne kadar albümün müzikalitesi elbette ki standartların çok çok üstünde olsa da The Turn of the Tides’ı müzikal bir odakta değerlendirmek büyük bir hata olur.
Aradan geçen dört yılın ardından ve albümü yeterince hazmettikten sonra bile The turn of the Tides hakkında olumsuz olarak sayabileceğim belki de tek konu albümün yalnızca 44 dakika sürmesi. On iki yıl bekledik ulan. 44 dakika. Hayır, 11 dakikasını zaten biliyorduk. Kaldı 33 dakika. Bu hesap MHP hesabına doğru gidiyor, hiç cıvımadan kapatıyorum;
Empyrium tarihinin en önemli albümlerinden bir tanesi The Turn of the Tides. Prodüksiyonundan beste yapısına, konseptinden sözlerine ve dinleyici üzerinde yarattığı tüm soyut etkileriyle birlikte Empyrium’un en müthiş işlerinden biri. Hazır konser yaklaşıyorken şöyle bir tekrar hatırlayalım, yıldızlı bir gecede gökyüzünü üzerimize örtüp dalgaların sesine kulak verelim.