Watain – Casus Luciferi
Bu kritik 16 Mayıs 2015’de kaleme alınmıştır.
WATAIN de hemen her ünlü grup gibi aşırı seveni de ve ölümüne nefret edeni de bol olan bir grup. Tabi bu söylediğim malumunuz üzere bütün ünlü grupların kaderi. Bu durumun elbette birçok sebebi ve sonucu var ancak hemen hiç kimsenin reddedemeyeceği tek bir gerçek varsa, o da ünlü metal gruplarının hepsinin içinde olduğu türe gerçekten birçok katkıda bulunmuş olmasıdır diyebilirim. Yazıma başlamadan önce belirtmeden geçmeyeyim, bugün üzerinde birkaç ahkâm keseceğim “Casus Luciferi” hakkında, aşırıya kaçan kişisel cümleler kurabilirim. WATAIN’in kendisiyle ilgili olarak çoğunluğun aksine bazı düşüncelere sahibim. Neyse beklenti yaratmadan başlayalım.
“Casus Luciferi” azımsanmayacak kadar büyük bir kitle tarafından hala WATAIN’in en iyi albümü olarak görülüyor. Peki, neden “Sworn to the Dark”, “Lawless Darkness” gibi efsane olmuş albümler değil de “Casus Luciferi”? Bunu açıklamak için grubun müzikal gelişimine biraz göz atmamız gerekiyor. 2000 çıkışlı “Rabid Death’s Curse” ile birçoklarının aksine bana kalırsa DISSECTION’dansa MAYHEM’e meyilli olan albümle ortamlara giriyor WATAIN. Şimdilerde müzikal kimliğinin en net özeti olan thrash metal riffi temelinin üzerine inşa edilen bodos black rifflerini daha o zamanlarda şaşırtıcı bir ustalıkla kullanmaya başlıyor (tabi ben her ne kadar MAYHEM desem de, bu şaşırtıcı ustalığın en önemli sebebi grubun DISSECTION’ı çok iyi çalışmış olması). “Rabid Death’s Curse” her ne kadar grubu ileri taşısa da WATAIN açısından asıl olay sonraki albümde başlıyor. “Casus Luciferi”nde kayıt kalitesi yükseliyor, heavy metal riffi ve black riffleri oranı yarı yarıya eşitleniyor. Erik’in vokalleri karakter kazanıyor ve her şeyden önemlisi grup kimliğini kazanıyor ve o yıllar birçokları için en iyi WATAIN dönemi olarak kalıyor. Grup bundan sonra “Sworn to the Dark” ile birlikte daha thrash ağırlıklı şarkılar yazmaya başlıyor, “Lawless Darkness” ile ise belki de şu zamana kadar yapılmış en iyi müzikal sentezlerden birine imza atıp, içindeki pisliği daha sofistike yöntemlerle atmaya karar vererek “The Wild Hunt”ı çıkarıyor.
Yalnızca albüme büyüteç tutmak gerekirse “Casus Luciferi” her ne kadar çok sevsem de, maalesef tam bir “Sworn to the Dark” a geçiş albümü. Ancak güzel olan bir şey var, o da bütün albümün yalnızca bundan ibaret olmaması. Defalarca dediğim gibi kimileri için WATAIN’in en iyi albümü konumunda bu albüm. Yalnızca “Casus Luciferi”ye ait olan ve asla diğer albümlerde kendine yer bulamayacak “Devil’s Blood”, “From The Pulpits of Abomination”, “Casus Luciferi” gibi şarkılar mevcut. Riff yapılarından tutun, davul partilerine, vokal melodilerinden tutun şarkı düzenlemelerine kadar sanki “Sworn to The Dark” döneminde kaydedildiği düşünülebilecek olan “I am The Earth” “Black Salvation” gibi şarkılar da bulunuyor ki “I am The Earth” şarkısıyla belki de bütün kariyeri hakkında kısa bir özet geçiyor WATAIN. İlerde benimle birlikte binlercesinin ocağını söndürecek, hayatını zindan edecek “Waters of Ain”, “The Serpent Chalice” gibi haddinden fazla damar solo/melodi içeren şarkıları yazacağının haberini veriyor. Albüm, ismini aldıkları VON şarkısı “Watain”i çok fazla yorum katılmamış bir cover’ı ile sona eriyor. Erik’e birkaç röportajında sorulan ve birçok hayranı tarafından merak edilen şu sorunun cevabını da ben burada vereyim. Watain arapça kökenli bir kelime ve sözlük manası “basmak, çiğnemek, baskı uygulamak” demek. Tabi Erik şarkı sözlerine atıf yaparak cevaplıyor bunu. Acaba kendisi tam manasını biliyor mudur diye düşünmüyor değilim. (Biliyordur tabi lan)
Bütün bu söylediklerimin dışında albümde öyle bir şarkı var ki, dört albümlük WATAIN epikliğinin arasında kendine ayrı bir yer edinebilmiş, hayatımda duyduğum en karanlık melodilerden birine sahip olan, konser sırasında çalsalar yumruğumu önüme gelene sallayıp konser dolusu insandan dayak yesem yine içimdeki patlamaya karşılık bulamayacağımı düşündüğüm şarkı; “Puzzles ov Flesh”. Gerçekten merak ediyorum konserde şunu dinleyip 02:00’dan sonra giren melodiye rağmen kafayı yemeyen kalıyor mu diye. Neyse iş goygoyculuğa dönecek yavaştan durayım.
WATAIN 2000’ler sonrası black metal arenasının belki de en önde gelen, en önemli gruplarından biri. Erik Danielsson abimiz ekran karşısında olmayı, röportaj vermeyi diğer black metal kişiliklerine göre biraz daha fazla sevdiğinden ve gösterişten biraz hoşlanan biri olduğundan olacak sanırım, popüler olmakla suçlanan bir grup WATAIN. “The Wild Hunt” albümündeki sofistike yaklaşımlar ile birlikte iyiden iyiye davayı sattığı düşünülen, saygınlığı kadar yerin dibine sokulan bir grup. Fakat bu olumsuzlukların hiçbiri, müziklerindeki o organikliği, o samimiyeti etkileyemiyor. Her şeyin sonunda WATAIN yine galip geliyor ve black metal içerisinde çok fazla diğer türlere kaymadan, birkaç kilit gruptan doğru biçimde etkilenerek kendine has tınısını oluşturan nadir gruplardan biri oluyor.
Son olarak, “Casus Luciferi” daha iyileri geldiği için biraz gölgede kalmış, kanımca WATAIN’in en iyi tanımlayan albüm.
87/100