Klasik Bir Cumartesi: Morbid Angel – Blessed Are the Sick
Merhaba.
Öncelikle bazı gerçekleri dile getirerek ve ardından odadaki file işaret ederek başlamak istiyorum. Morbid Angel’ı dünya üzerinde kıyaslayabileceğimiz grup sayısı bir, hadi bilemediniz iki elin parmaklarını geçmez; bu ilk gerçeğimiz. 1983 gibi günümüzde pek çok dinleyici için neredeyse tarih öncesi olarak görülen bir dönemde kurulup günümüze kadar ayakta kalmayı başarmış bu yaşayan death metal efsanesinin kariyeri death metalin şekillenmesinde büyük katkısı olan ve günümüzde ayıla bayıla dinlediğimiz sayısız gruba ait işlerde izlerine rastlayabileceğimiz birbirinden inanılmaz albümlerle dolu. Özellikle ilk üç (objektif olayım dedim, yoksa prodüksiyonu bir kenara koyunca Domination da taş gibi, kaya gibi albüm) albümüyle metal dünyasına death metalin ne olması gerektiğini anlatan bir Morbid Angel var ortada; bunlar da diğer gerçeklerimiz. Ancak şöyle de bir durum var ki kendisini karşılaştırabileceğimiz o bir avuç grubun içerisinde an itibariyle en çok eleştirilen, en çok yerden yere vurulan, bileğinin hakkıyla kazandığı o yüksek itibarını hızla kaybetmeye başlamış gibi görünen isim de ne yazık ki yine Morbid Angel. Bu nedenle yeni nesil dinleyiciler arasında pek tanınmıyorlar ve açıkçası bu beni epey üzüyor.
Neden bu hafta Morbid Angel yazmak istediğimi aradan çıkartıp grubu bilmeyen -ki bunu ancak başka bir gezegenden dünyamıza sürgün edilmiş olmaları ile açıklayabiliriz- uzaylı okur dostlarımız için kısa bir tanıtım kısmını geride bıraktığımıza göre şimdi Blessed Are the Sick isimli terbiyesizliğe geçebiliriz.
Blessed Are the Sick, Altars of Madness gibi kelimelerle ifade edilmesinin mümkünatı bulunmayan bir ilk albüm ile Covenant gibi hakkında olumsuz görüş bildiren kişilerin yıldızsız ve şahidi olmayan gecelerde gizlice ortadan kaldırılması gerektiğine inandığım akıl almaz bir albümün arasında yer aldığı için biraz geri planda kalmış bir albüm. Buna karşın Covenant ve Domination ile hem kendi manifestosuna hem de buna bağlı olarak death metal tanımına son noktayı koyan efsanenin DNA haritasının Blessed Are the Sick ile şekillendiğini de belirtmek gerek.
SLAYEEEER‘ın (bu ismi bağırmadan, dümdüz şekilde okuyan bizden değildir) yeryüzündeki sayısız grup üzerindeki etkisi şüphesiz Morbid Angel üzerinde de hız limitlerini zorlayan bir müzik ve buna karşın ağır mı ağır, kapkaranlık bir hava yaratabilme noktasında Altars of Madness albümü ile kendini belli etmiş olsa da grubun idollerinden sıyrılarak kendi kimliğini bulduğu ve günümüzde pek çok grup üzerinde dev bir Morbid Angel gölgesi olmasını sağlayan ilk albüm aslında Blessed Are the Sick. İnsanda zombi istilasına hazırlıklı gelmiş Batman coşkusuyla sağa sola saldırma isteği uyandıran riflerin bir anda kesilip omurilik soğanına Mjollnir darbeleri indiren, çene kemiğinin burunla birleşmesini sağlayan bir gaz ile dinleyiciyi delirten orta tempo bölümlere geçilmesi formülü ile buna bağlı kalp yetmezliği teşhisiyle pek çok metalci gencimiz Blessed Are the Sick sonrası uzun süre tedavi görmüştür ve hayatları bir daha asla eskisi gibi olamamıştır. Bu yaptığınız resmen terbiyesizlik Morbid Angel.
Tampa, Florida’da küçük bir laboratuvardaki sızıntı sebebiyle yayılıp kulaktan kulağa sıçrayarak bir anda tüm dünyayı etkisine alan Morbid Angel virüsü karşısında insanoğlunun ne kadar çaresiz olduğunu ufak bir beyin fırtınasıyla anlamak mümkün. Evet, Brainstorm şarkısından bahsediyorum. Açılışı Fall From Grace yapsa da bana göre Blessed Are the Sick’in ilk bombası Brainstorm. Sonra zaten Day of Suffering, Blessed Are the Sick – Leading the Rats derken grubun nasıl bir hayvanlığa dönüşeceğinin ipuçları kör göze parmak niteliğinde ortaya dökülüyor. Albümün ikinci yarısı ise grubun demo zamanlarından kalma eski bestelerinden oluştuğu için albüm giderek güç kaybedeceğine sonlara yaklaştıkça daha da gaddarlaşıyor. Önce Thy Kingdom Come ve Unholy Blasphemies ile Pete Sandoval ismindeki, günümüzde AK47 ile yarışabilen tek makineli tüfek tüm gücüyle taarruz ediyor, ardından Abominations mükemmel rifleriyle sığınaklara TYPE93 alev makinesiyle dalan Japon askeri heyecanı yaşatıyor. Desolate Ways ile böylesine aralıksız bir death metal saldırısında akustik gitarın ne işi olabileceği sorusu mükemmel bir yanıt buluyor ve son olarak Tiamat ile Absu’nun başlarını ezip varoluşun seyrini değiştirecek Kutulu çağrısı ile bu gövde gösterisi sona eriyor.
Albüm hakkında olgusal olarak ise lunu söyleyebilirim ki Morbid Angel Altars of Madness sonrası iblisin metafiziksel güçlerini yüceltmeye ara vererek günahı bir başkaldırı temsili olarak değil, başlı başına bir zevk unsuru olarak kabul ederek, stüdyoya kendinden üstün bir güce yaranma niyetiyle değil, yalnızca kendi günahından zevk alma gayesiyle girerek yazmış Blessed Are the Sick‘i. Sözler ve genel tavır itibariyle bu olgunluk ve kendi gücünün farkında olma hali albümün her anında hissediliyor kesinlikle. Elbette günahkar, elbette çirkin, elbette mis gibi.
Bir kapanışa ihtiyacı yok Morbid Angel’ın, o nedenle ben de yapmayacağım. Morbid Angel bilmemek, ilk dört, hadi bilemedin üç albümü yalayıp yutmamak dümdüz cehalet bana göre. Siz siz olun, Morbid Angel diskografisinde en azından H harfine kadar geldiğinizden emin olun. Bir de şunu söyleyebilirim ki yeni albüm öncesi yayınladıkları Piles of Little Arms çok umut veriyor. Illud Divinum Insanus sonrası grubun itibarını tekrar kazanacağı, Morbid Angel’ın ne demek olduğunu kafalarına vura vura yeni dinleyicilerin aklına kazayacağı bir albüm gelir umarım.