Wolves in the Throne Room – Thrice Woven
Amerikan black metalinin en önemli gruplarından biri haline gelen WOLVES IN THE THRONE ROOM’un başarısı kesinlikle tesadüf değil. 2011 yılına kadar çıkarttıkları dört albüm de black metalin ambient sosuyla tatlandırıldığı zaman ulaşabileceği zirvelerden enstantaneler sunan muazzam albümler. Büyük bir tesadüf eseri olarak yalnızca grubun isminin olağandışılığı sayesinde henüz ilk albümleri “Diadem of 12 Stars” ile çıkışından hemen sonra tanışmam ile beraber Birleşik Devletler’den çıkan favori müzikal oluşumlarımdan biri haline gelen grup, Avrupa black metalinden tam yerinde etkileşimler çekerek kendisini genel USBM sürüsünden ayırmayı başarıyor ve aslında oldukça kendine has bir yerde duruyor. Kısacası Aaron ve Nathan Weaver kardeşlerin projesi olan grup, edindiği ünü sonuna dek hak ediyor.
2014 yılında çıkarttıkları “Celestite”ta black metalden tamamen kopup ambient bir albüm yapmaları herkesi şaşırtsa da metal dünyasında çok alışılagelmişin dışında bir şey değil normal şartlarda. Normal olmayan, ve grubun o dönem aşırı bir tepkiyle karşılanmasına da sebep olan şey ise “Celestite”ın herhangi bir kimlikten yoksun, bomboş bir albüm olmasıydı. Ne WOLVES IN THE THRONE ROOM’un daha önce şarkılarına yedirdiği ambient pasajların güzelliğinin yanına yaklaşabiliyordu, ne de açıkçası dinleyiciyi herhangi bir uzvundan yakalamayı başarıyordu. Dolayısıyla (ne yalan söyleyeyim ben de dahil) birçok dinleyici, belki de biraz haksız ve aceleci bir şekilde, bu gidişatta devam ettiği takdirde gruptan ümidini kesmeye hazırdı. Eh, “Thrice Woven” ile tekrar black metale dönecekleri ve eski çizgilerinde ilerlemeyi sürdürecekleri haberinin ne denli değerli olduğunu bu durumda tekrar tekrar açıklamaya gerek yok sanırım.
Artemisia Records etiketi ile piyasaya çıkan “Thrice Woven”, grubun en tepedeki formuna döndüğü albüm olmasa da buram buram WOLVES IN THE THRONE ROOM kokuyor, ki bu kokunun etkisine bir defa kapılmış bir dinleyici iseniz ciğerlerinizi onunla doldurmak için bir fırsat yakalamanın mutluluğu içine kendinizi bırakabilirsiniz. Born form the Serpent’s Eye gibi grubun ortalamasında bir şarkıyla açılan albümdeki ambient pasajların kuvveti ilk dikkatinizi cezbedecek şey olabilir belki de. Öylesine etkileyici ve sürükleyici şeyler yazmışlar ki “Celestite”a dönüp bakınca “ya gerçekten ne oldu o albümde öyle” diye tekrar tekrar sorası geliyor insanın.
The Old Ones are With Us’ın açılışında ve beşinci dakikasının sonrasında daha zenginleşmiş bir halde tekrar eden konuşma pasajları grubun fikir olarak çok da parlak olmayan konseptleri bile pratikte ne güzel işleyebildiğini gösteriyor ki zaten WOLVES IN THE THRONE ROOM’un en iyi yaptığı işlerden bir tanesi bu sanıyorum. Daha önce denenmemiş yaklaşımlar da deniyorlar evet; fakat onları çok iyi yapan unsurlardan biri de daha önce defalarca yapılmış şeylere kendi ruhlarını katıp bunları bir adım ileriye taşıyabilmeleri. Albümde, NEUROSIS’ten tanıdığımız Steve von Till’in başını çektiği konuk kadrosunun da önemli bir rol üstlendiğini ve klasik black metal-ambient-black metal döngüsünün kırılmasında önem sahibi olduğundan da bahsetmek gerek. Ufak bir ilginç bilgi olarak da son şarkı Fires Roar in the Palace of the Moon’da harplardan sorumlu kişinin Zeynep Öykü Yılmaz isminde bir hanımefendi olduğunu ekleyelim hazır konuklara değinmişken.
“Thrice Woven”ı grubun tekrar formunun zirvesine dönüş albümü olarak gösteremeyecek olmamın en büyük sebebi ise black metal partisyonlarının (ki albümün büyük çoğunluğu bunlardan oluşuyor elbette) zaman zaman alışılageldik WOLVES IN THE THRONE ROOM seviyesine ulaşamaması. Albümün tamamına yayılmış olmasa da gruptan beklenmeyecek kadar basit ve sıradan rifler yazmış olmaları ve uzun şarkı yapılarının doğası gereği bu riflerde ısrar edip onlara uzun süreler ayırmaları daha sakin pasajların getirdiği atmosfere zarar veriyor ve ortaya çıkan toplama maalesef zarar veriyor. Born from the Serpent’s Eye’dan yukarıda grubun ortalamasında bir şarkı olarak hitap etmemin sebebi de o örneğin; aslında çok iyi olabilecek unsurlara sahipken, genel bakışta yeterince güçlü olamıyor.
Bu kalitede bir gruba karşı olan beklentilerim çok yüksek olduğu için yazı gittikçe negatife doğru kaydı, farkındayım. Bu demek değil ki “Thrice Woven”dan keyif almıyorum; tam tersine son zamanlarda “Stranger Times” ile birlikte açık ara en çok dinlediğim albüm bu. WOLVES IN THE THRONE ROOM’un tekrar en iyi yaptığı işe dönmesi bile bu albümün çok değerli olması için yeterli. Bir ”Diadem of 12 Stars” ya da ”Two Hunters” seviyesinde değil evet; fakat kaç tane albüm öyle ki zaten?
81/100
Özellikle ilk 2 parça beni benden alıyor her dinleyisimde. Açıkcasi istedigim hersey albümde mevcut o yuzden ne kadar objektif olurum bilmiyorum ama gercekten mukemmel bir is yapmis agalar. Askerlik bitince alkole baya bi arkadaşlık edecek orasi kesin.
Celestite’a 3/10 verip kritik boyunca gruba sayıp sövmüş biri olarak bu albümü net sevdim ben de. Demek ki neymiş, “Gezegenlerin birbirlerine yaklaştıkları zaman çıkan sesleri düşündük,” gibi zibidiliklere hiç gerek yokmuş.
Eline sağlık yeğenzo, mis gibi kritik.
Yagmur basladı. October falls – a collapse of faith dönüyor şu an. Üstüne bu albümle bi fatality çekeyim diyorum. Viski de olaydi eyiydi…
Of ne albüm o da ya. Patlatayım ben de canımı çektirdin.