Kritik

Paradise Lost – Medusa

Sanırım PARADISE LOST, beni “Host”u ilk defa dinlediğimden beridir bu kadar iki arada bir derede bırakmamıştı. “Draconian Times” başta olmak üzere her albümünü (evet “Host” da dahil) sevdiğim, elbette ki her zaman mükemmel seviyede işler yapmasa da o seviyeye çok rahatça çıkabildiğini (hem de birbirinden çok farklı müzik kollarında) göstermiş böylesine dev bir grubun aslında çok da şaşılası bir şey ortaya koymadığı bir albümü neden kafamı bu kadar karıştırdı peki? Çünkü “Medusa”da gruptan beklenmedik bir şeyler var, daha doğrusu gruptan beklendik bir şeyler yok.

Aslında baştan sona çok fazla tutarsızlık ve PARADISE LOST’tan beklenen düzeyin altında kalan gereğinden fazla şarkı barındırsa da “The Plague Within” epeyce sevilen bir albüm oldu, ki sevenlere elbette ki ben de dahilim. Albümün bu denli sevilmesinin ve grubun uzun süreli fanları tarafından el üstünde tutulmasının en büyük sebeplerinden bir tanesi tabii ki gruptan uzun zamandır duymadığımız sertlikte işler, ve elbette bu işlerin zirvesinde Beneath Broken Earth gibi adeta bir doom/death metal klasiği barındırmasıydı. Grubun kariyerinde bir çember çizip aynı noktaya gelir gibi gözüktüğü şu yıllarda yıllardır grubu sürükleyen elemanların tekrardan içlerindeki ekstrem müzik sevgisini keşfetmesi, Nick Holmes’un bir anda BLOODBATH’te falan söylemesi elbette ki PARADISE LOST’un sıradaki albümünün de gidişatı konusunda büyük ipuçları veriyordu.

Bu gidişatın neticesinde “Medusa” neredeyse saf bir doom/death metal albümü. Henüz ilk şarkı Fearless Sky zaten bu konuda akıllarda zerre şüphe bırakmıyor. Yavaş temposu, ezici rifleri (ek olarak elbette ki riflerin üzerine Gregor Mackintosh’un imzası niteliğindeki kendine has melodileri) ve Nick Holmes’un guttural’e doğru adım adım inen böğürtüleri henüz daha buradan dinleyiciyi olduğu yere mıhlamak üzerine kurulmuş. Bana sorarsanız albüm ilerledikçe bununla beraber grubun kariyerinde en tepelere yazılmayı hakeden daha fazla da şarkı var; albüme de adını veren Medusa, single olarak seçilen Blood and Chaos ve bonus şarkı da olsa Shrines yukarıda değindiğim gibi grubun mükemmellik seviyesine adeta elini kolunu sallar gibi ulaşabilmesinin kanıtları olarak karşımızda duruyor.

Bu kadar çok iyi şarkı herhangi bir grubun herhangi bir albümünde karşımıza çıksa belki de daha fazla bir şey beklemeyiz; ama gruplar çoğu zaman kendi kendilerinin gölgesinde değerlendiriliyorlar ve eğer bir grup müzik dünyasına PARADISE LOST kadar büyük gölgeler düşürmeyi başarıyorsa, onları bu beklentilerden bağımsız yargılamak mümkün değil. Ve eğer bu yargıları işin içine katacak olursak, “Medusa”nın çatırdadığı yerler de biraz ortaya çıkıyor.

Her şeyden önce, grubu ya da albümü daha önce hiç duymamış olsanız (evet o taşın altından çıkıp gelin bu tarafa doğru yavaş yavaş) ve siz bir işle uğraşırken arkada “Medusa” çalsa, büyük olasılıkla albümün sonuna geldiğimizde hangi şarkının nerede başlayıp nerede bittiği, nerede nasıl melodiler olduğu konularında hiçbir fikriniz olmaz. Hatta albümde (az da olsa) temiz vokal kullanıldığının bile farkına varamayabilirsiniz. Prodüksiyonun PARADISE LOST gibi büyük bir gruba yakışmayacak derecede zayıf olmasının elbette bunda payı olsa da, maalesef ki albümün genel beste yapısının da katkısını göz ardı etmek mümkün değil. Evet farkındayım, bu bir doom/death metal albümü ve varyasyonun az olması aslında çok da büyük bir günah değil; fakat söz konusu da beş yıl önce kurulup bir EP sonrası iki albüm çıkartmış yeni yetme bir grup da değil. PARADISE LOST’tan beklenen o ekstra adımın yokluğu yani sorun, her şeyin üzerinde.

Doom/death metal seviyorsanız ya da genel olarak alışıksanız bile albümün içine girmeniz ilk birkaç dinleyişten fazlasını talep edecektir sanıyorum. Büyük bir heyecanla ilk defa dinlemeye başladığım “Medusa”nın üzerimde herhangi bir iz bırakmadan bitip gitmesinin yarattığı hayal kırıklığının, albümü defalarca dinleyip de neyin nerede olduğunu anladıktan sonra “kahretsin ne kadar güzel şarkı bu böyle” ünlemlerine dönmesi inanın ki hiç kısa sürmedi. Şu önceki bilmem kaç satırın özeti aslında “Medusa”nın tam olarak gavurun “grower” tabir ettiği tatta bir albüm olduğu; ama bazı dinleyicilerin gözünde ne kadar dinlense de vasat olarak görülmekten kurtulamayacağını da tahmin ediyorum. Üzerinde PARADISE LOST etiketi olmasa ben de bu denli çok şans verir miydim, emin değilim.

191_photo

Yazıda halen bir kararsızlık seziyorsanız tam üzerine bastınız demektir. İlk cümlede dediğim gibi uzun zamandır PARADISE LOST beni bu kadar arada derede bırakmamıştı. “Medusa” sonradan favori albümlerimden biri haline gelen “Host”la aynı kaderi paylaşacak mı, yoksa canım PARADISE LOST dinlemek istediğinde aklıma gelen albümlerden biri olmayarak kalacak mı, sanıyorum zaman gösterecek. Beni bırakın da, umarım siz “Medusa”yı çok seven bir yerlerdesinizdir. Bu albümden bağımsız olarak da her daim sevilmeyi hak eden bir oluşumun ürünü bu zira.

80/100

medusa-limited-edition-b-iext50192326

Yazıyı/albümü değerlendirmek için:

Average rating 0 / 5. 0

Siteye destek olmak için aşağıdaki düğmeye tıklayıp Patreona göz atabilirsiniz👇
Become a patron at Patreon!

Ertuğrul Bircan Çopur

Doydum ama aç gözlülükten yiyorum.

8 thoughts on “Paradise Lost – Medusa

  • albümü dinlerken kafamda canlanan şeyler;
    ”greg mackintosh”
    ”paradise lost”
    ”nick holmes”
    ”greg mackintosh adamdır”
    ”fearless sky ne güzel şarkı öyle aq bi daha mı sarsam albümü bitmeden”
    ”doom metal biraz gothic”
    ”hayatımın grupların biri yawho”
    ”greg mackintosh”

    o yüzden pekte yapabileceğim bir yorum yok. bir şeyler söylemeye kalkışırsam istemsizce albümü değilde, paradise lost’u övmüş olurum. fanboyluğun gözü çıksın objektif olamıyorum

    Yanıtla
  • Onur Toptaş

    Bazı katılmadığım noktalar olduysa da iyi bir kritik olmuş -hatta yabancı mecralarda da görebildiğim kadarıyla benzer hisler var dinleyicilerde, eline sağlık abi.

    Albümü bayıla bayıla dinliyorum, epey sevdim. Aslında kritikte katılmadığım tek nokta prodüksiyon meselesi galiba. Daha önce hiç bu kadar doygun, kulağın zarına zarına vuran güçlü bas ve davul duymamıştım Paradise Lost’tan. Daha ilk şarkı ilk dakikadan belli oluyor bu. Bir önceki albüme yakın bir sound olsa da (aynı prodüktör) ondan daha ağır ve karanlık olduğu için böyle bir yol tercih etmiş olabilirler. Zaten stüdyo videolarında kayıt yaptıkları 2.Dünya Savaşı’nda kullanılmış, ordudan kalma taş binaya bakınca bile insanın aklına eski, ağır, vakur bir şeyler geliyor. Bu yüksek tavanlı, ahşaplı yerden mi bilmiyorum ama dinleyenin kulağını okşayan bir organiklik var kayıtta. Bu da hem son 3-4 albümdür olan kristal keskinliğinde gitarların olmayışını hem de Holmes’un yüksek perdeli klasik vokalinin eksikliğini açıklıyor gibi.

    Albümün dinlendikçe büyüyeceği yorumlarına tamamen katılıyorum. Biraz da bu yüzden albüm -özellikle ilk dinleyişlerde- bir işle uğraşırken arka planda dinlemeye yer bırakmayacak kadar odaklanma gerektiriyor sanırım. Kendi adıma grubun işi bu noktaya getirmesinden memnunum çünkü hemen hemen her albümlerinde değişik işler denediler ve yaptıkları her işte de en iyisini yaptılar. Son 12 yıldır da her albüm biraz bir öncekine benziyordu zaten, ancak taklidi değildi. Burada da köklere dönmek isteyip onu tekrar etmeden, üzerine koyarak kusursuz bir iş çıkarmışlar; kaldı ki Plague Within’de bunun olacağının işaretini vermişlerdi.

    Uzun bir yorum oldu farkındayım ancak yeni eleman Waltteri kardeşin harika davullarına değinmeden olmaz. Çok başarılı iş çıkarmış, tarzını çok beğendim, sağolsun. Umarım kalıcı olur artık.

    Yanıtla
    • Ben de yazıyı daha fazla destan haline getirmemek için bahsemedim Waltteri’nin davullarından ama içimde kaldı. Ekstra bir iş çıkartmış çok genç yaşına rağmen.

      Yanıtla
  • Oral

    Albümün son üç parçası, beklediğimi fazlasıyla veren ilk beş parça kadar yüksek seviyede olsaydı, en iyi beş Paradise Lost albümü arasına hiç düşünmeden sokardım Medusa’yı ve muhtemelen daha yüksek sıralara da çıkardı. Buna rağmen albümün mevcut hâli, yıl sonu gelince tekrar düşünürüm ama, 2017 içinde çıkan albümler arasında en iyisi olabilir bana göre.
    Albümün süresi ise bana biraz kısa gibi geldi, ki zaten en kısa üçüncü PL albümüymüş. Shrines adlı bonus parça dâhil edilebilirmiş asıl albüme.
    Ben Paradise Lost’un girdiği yeni yoldan son derece memnunum ve umarım bundan sonra da death-doom ağırlıklı ama biraz da The Plague Within’in çeşitliliğini barındıran albümler dinleriz.

    Yanıtla
  • İsmail Korhan Tok

    İlk defa Paradise Lost albümü dinlerken sonunu getirmekte zorlandım ben ya. Ya benim doom/death dinlememem gereken bir dönemdeyiz ya da albümden ne almam gerektiği konusunda bazı belirsizlikler yaşıyorum.

    Hiçbir şey beğenmeyen yaşlı amcalara dönüşüyorum galiba giderek, yardım edin.

    Yanıtla
    • Onur Toptaş

      Başkan aslında sen My Dying Bride çok severdin, bu albüm de onların eski işlerini epey andırıyor bence. PL’den ziyade MDB tınısına yakın bu. Bir Tragic Idol ya da Icon vs. beklentisi olmadan dinle bence bir ara, onlarla ilgisi yok zaten. Ha kesin açılacak demiyorum tabi, belki de senin doom mevsimin gelmemiştir. 🙂

      Yanıtla
  • Oral

    Frozen Illusion’ın yeni kaydı pek tatlı olmuş. Dinlemek isteyenler Japon sürümünde bulabilir parçayı.

    Yanıtla
  • Geri bildirim: Röportaj: Godthrymm – Metalperver

Bir Yorum Bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.