Tchornobog – Tchornobog
Tchornobog.
Neil Gaiman’ın geçtiğimiz aylarda dizi uyarlaması sebebiyle tekrar adı anılır olan nefis eseri American Gods’da da kendine hoş bir yer bulan, eski Slav mitolojisinin günümüzde hakkında çok fazla bilgi sahibi olmadığımız bir tanrısından ilham alınmış adıyla TCHORNOBOG çok öncelerden beri ilgimi çeken bir oluşumdu. Müzikal yer altının derinliklerinde bir yerde yaşayan böylesine bir gruba olan ilgimin sebebi adı değildi tabii: bir şekilde denk geldiğim bandcamp sayfasında yayınlanan tek bir şarkısı beni devasa bir hevesle grubun ilk albümünün tamamını yayınlamasını bekler hale sokmuştu.
Son haftalarda en çok dinlediğim albüm olan “Tchornobog”u tarif etmek pek kolay değil. Karanlık, tuhaf ve bir o kadar da ağır bir death metali black ve funeral doom atmosferleriyle sarmalayıp, üzerine de kafanızda canlandırdıysanız bu müziğe hiç uymayacağının aşikar olduğu konusunda hemfikir olacağımız kimi jazz elementlerini ekleyip tepesine de tüy diken bu albüm, değişikli müzik seviyorsanız sırf bu tanımıyla bile antenlerinizi şöyle bir oynatmanıza sebep olmuştur herhalde.
Dev uzunlukta dört şarkıdan oluşan “Tchornobog”u sanıyorum THE RUINS OF BEVERAST ya da ELYSIAN BLAZE dinlemiş ve sevmiş olanların benimsemesi nispeten epey kolay olacaktır. Benim gibi albümlerdeki müziği kafasında kapak ile özdeşleştirenlerdenseniz (sanırım bu sitede yazılmış en uzun kelime oldu bu) özellikle THE RUINS OF BEVERAST’tan ilham alındığı oldukça bariz olan davulların ve gitar tonlarının (ikinci şarkının 4.50’sinden itibaren dinleyen birinin bunları kaçırması mümkün değil mesela) kimi zamanlarda gözlerinizi önünde mavi alevler içinde derisi yanan birileri falan belirmesi gayet olası, o derece.
Şarkılar fazlaca uzun, grubun (bu da tek kişilik proje gerçi, adamın mı diyeyim ne diyeyim) niyeti de ortaya alışılagelmişin dışında bir şeyler koymak olunca beste yapılarının da oyuna dahil olduğunu tahmin etmek çok zor değil. Uzun süreli tekrar edilen riflerin ortadan kaybolup sonradan tekrar ortaya çıkması, şarkıların bölümleri arasındaki iniş çıkışların adeta düzeni parçalamak istercesine başka hiçbir şeye dokunmadan gerçekleşip, bir süre sonra eski haline dönerken bu defa enstrümanları da beraberinde sürüklenmesi gibi detaylar TCHORNOBOG’un fazla denenmemiş sulara yelken açmasını ve buralarda dümeni ustaca kullanabildiğini kanıtlar gibi. Yine de bazen şarkıların sırf uzun (ilginç?) olsun diye gereğinden fazla sündüğünü, aynı ritme defalarca dönülmesinin burada adını anmak istemediğim bir binek hayvanının işitme organına su kaçması hissiyatı yarattığını da es geçemeyeceğim. Böyle olunca da aşırı iyi kimi fikirler barındıran albüme biraz yazık oluyor, çünkü bu aşırı iyilikler bazen 8 değil de 17 dakika olan şarkının ana unsuru olmaktan çıkıp kenardan içeriye itelenmiş gibi duruveriyorlar.
Sonlara doğru biraz gömer gibi olsam da siz bana bakmayın. Ekstrem metal seviyorsanız (ki zaten sevmiyorsanız adı TCHORNOBOG olan bir grubun kritiğini neden okuyasınız ki buraya kadar) orası ya da burasında seveceğiniz bir şeyler bulursunuz illa ki. Ha benim gibi o sevdiğiniz şeyler yine de nispeten ağırlıkta kalırsa albüme bayılabilirsiniz, kalmazsa da 65 dakikalık bu devasa albüme pek fazla şans vermezsiniz sanıyorum. Yine de ben yukarıda dediğimi tekrarlayayım: THE RUINS OF BEVERAST veya ELYSIAN BLAZE’den keyif alıyorsanız baya doğru yerdesiniz.
80/100
şahsen ne The Ruins of Beverast, ne de Elysian Blaze severim ama bu çok ayrı bir seviye cidden. son 4 gündür çılgınlar gibi dinliyorum ve bu albümü dinlemeyi ertelediğim her güne lanet ediyorum.
yeni bir dünya yaratmadan, hayatımda tarif etmekte en çok zorlandığım müziklerden birini yapmış adam. duyulan şeyler hep tanıdık ama kimden, nerden gelmiş tarif edemiyorum.
kağıt üzerinde ekstrem müzik seven bir çok kişiye hitap edebilecek gibi gözüküp, realite de herkese hitap etmeyecek bir albüm. death/doom ve daha çok black metal sevenler bir şansını denemeli bence.