God Dethroned – The World Ablaze
Karartılmış helak metali her ne kadar onu oluşturan iki türü de ayrı ayrı çok sevsem de bir türlü favori metal alt kollarımdan biri olamadı. Elbette ki eşlik ederek boyun kaslarımın bugünkü acınası hallerine katkıda bulunmasına vesile olduğum birçok albüm barındırdığını inkar edebilecek durumda da değilim. GOD DETHRONED ise blackened death metal’i türdaşlarına nazaran biraz daha melodik bir yapıda ele alarak ve elbette ki dinleyicinin canına kast ediyormuş gibi bir intiba bırakan rifler yazma becerileriyle hep oldukça sevdiğim bir grup oldu. “Bloody Blasphemy” gibi kendi alanındaki en başarılı 3-5 albümden biri olduğunu düşündüğüm bir terbiyesizliği diskografilerinde barındırmaları yeterli sebep olacakken, bir de zart zurt dağılıp geri toplanmalarını saymazsak en azından müziklerinde nefis bir istikrar yakalamış olmaları onları daha da çok sevmemi sağlıyor.
2012 yılında, henüz “Passiondale (Passchendaele)” ve “Under the Sign of the Iron Cross” ile başladıkları Birinci Dünya Savaşı üçlemesinin sonuna gelmemişken dağıldığını açıklayan GOD DETHRONED, neyse ki 2014 yılında kimi festivallere katılmak için yeniden birleşti ve nihayetinde 2010’dan beri ilk albümü olan “The World Ablaze”i de suratımıza fırlatmak suretiyle tekrar stüdyo albümlerine geri döndü. Hala grubun geleceği tam belli değil gerçi; bu albümden sonra tamamen dağılmaları yine olanak dahilinde. Bakalım.
“Under the Sign of the Cross”tan bu yana tam yedi yıl geçmiş olsa da GOD DETHRONED sanki hiçbir şey olmamış, karakteristik beygirliklerine hiç ara vermemiş gibi geri dönerek beni çok şaşırttı doğrusu. Melodik bir intro’yla açılan ve peşinden albümün en sağlam parçalarından birkaçını peş peşe dizen “The World Ablaze” grubu sevip onlara sıkı sıkı sarılmamızı (hayır) sağlayan kuvvetlerin çoğunu bünyesinde barındırıyor yine. Henri Sattler ve gruba yeni katılıp hemen uyum sağlayan Mike Ferguson’ın duyulduğunda direkt hangi grubun elinden çıktığını belli eden o black, death ve thrash tonlarının birlikte blender’dan geçirilmiş aromasına sahip rifleri hiç zaman kaybetmeden ortaya çıkıveriyor (Annihilation Crusade’i açan rif nedir öyle!). Diğer albümlerden farklı olarak, Birinci Dünya Savaşı konseptinin iyiden iyiye müziğe sinmesinden midir bilinmez, bu defa tuhaf bir melankoli de var kimi riflerde ayrıca. Kullanmayı pek sevdikleri melodik sololarla çok güzel bir harmoni oluşturmuş olan bu yeni derinlik hoşuma gitmedi dersem yalan olur. Durduk yere de yalana dolana gerek yok şurada.
Bunun yanında Sattler’in vokallerinin de grubun yıllar boyu bizi alıştırdığı yırtıcılıktan bir nebze kopup daha derin, guttural istikamete doğru birkaç adım atmış bir forma büründüğünü görüyoruz. Kulağıma ilk başta bir gıdım, ne bileyim, “yanlış” gelen bu değişikliğin çok da büyük bir olay olmadığını ve albümün genel havasını desteklediğini görmem de pek uzun sürmedi. Savaş üçlemesine bir nokta koyarken GOD DETHRONED diğer iki albümde de olduğu gibi savaşa bir övgüyeden ziyade onun getirdiği yıkıma odaklanıyor ve bu konsept bu defa biraz daha da yoğun. Müziğin içerdiği o ufak melankolik tınılar, adeta daha “saygılı” derin vokaller hep bunun getirisi.
Bu yeni hüznün en çok su yüzüne çıktığı The 11th Hour ile kapanan “The World Ablaze”, Dan Swanö adında daha önce kurduğu, bünyesinde çaldığı yahut prodüksiyonunu üstlendiği yaklaşık 7800 gruptan birinde belki adını duymuş olduğunuz bir manyağın elinden çıkma prodüksiyonuyla da içerdiği savaş konseptini tamamlayan bir majestikliğe sahip. O devasa riflerin kulaklarımızda ancak diğer enstrümanlara müsaade edecek kadar yer bırakıp onun dışında tüm benliğimizi doldurması bizi devasa iki parmak gibi olduğumuz yerden alıp savaşın en civcivli olduğu anlardan birinde cephenin ortasına, ölümün ve dehşetin içine bırakıveriyor adeta. “The World Ablaze” şu aşamada GOD DETHRONED’dan beklediğim hemen her şeyi ve hatta üzerine hiç beklemediğim bir-iki ekstra sosu bulduğum bir albüm oldu tüm bunların etkisiyle. Umarım dağılmaz ve kafamıza böylesine iyi kayıtlar yağdırmaya devam ederler.
88/100