Opeth – Morningrise
Müziğin, hatta madem adı Metalperver olan bir sitedeyiz, metal müziğin onu gerçekten büyük bir tutkuyla dinleyen ya da üretenler için ne denli büyük bir anlam ifade ettiğini bu tutkuyu paylaşmayanlara anlatmak fazla mümkün değil. Belki internet üzerinden müzik dinleme olanaklarıyla biraz romantikliği eksildi işin; ama yeni alınmış bir plağı ilk defa şöyle bir elinde çevirmenin, CD kabının dışındaki jelatinin açma yeri olmadığı için tırnakla kenarını kavlatmaya çalışmanın ve hatta yeni indirdiğiniz bir albümü ilk defa bilgisayardaki favori müzik çalarınıza ekleyip oynat tuşuna basmanın yarattığı o beklentiyi, favori gitar solonuzu dinlerken gözlerinizi kapatıp tüylerinizin diken diken olduğunu hissetmeyi, veya hayvani bir blast beat eşliğinde kafanızı ve kendinizi oradan oraya savurmayı bu tutkuyu paylaşmayan birisine nasıl açıklayabilirsiniz ki? Böyle olunca dünya nüfusunun büyük çoğunluğu için “bağıran adamlar”dan ibaret olan bu müziğe bu denli tutkuyla bağlanmamızı sağlayan, bizim için distortion’lı gitar tonlarının “gürültü” olmaktan, brutal vokallerin “ay kusuyor mu adam ne oluyor” olmaktan çıktığı o anlar bence bu hayatta tecrübe edebildiğimiz için inanılmaz şanslı olduğumuz zamanlar. Ve benim kendi o anlarımdan hafızamda belki de en çok yer eden, “Morningrise”ı ilk defa dinlediğim o an.
Bunun bir nostalji malzemesi haline geldiğine inanamıyorum; ama bir dönemler birçokları gibi benim de bağımlısı olduğum Gameshow adlı oyun dergisiydi benim OPETH ile tanışmamın müsebbibi. Polat Yarışçı’nın sorumlusu olduğu ve derginin son sayfalarını işgal eden; hatta bir dönem ayrı bir ek haline bile gelen Overdose köşesinin ilk sayfalarından ikisi çoğu zaman kısa kısa metal albüm kritiklerine ev sahipliği yapardı ve orada gördüğüm bir yanılmıyorsam “Blackwater Park” kritiği ile adını ilk defa duymuştum OPETH’in. Biraz araştırmayla o zamana dek en çok övülen albümlerinin “Morningrise” olduğu bilgisini almamla, Kızılay’a indiğim ilk anda Hayri Plak’tan bir CD’sini edinmem arasında fazla zaman geçmemişti. Eve dönerken adının Advent olduğunu o sıralarda öğrenmekte olduğum ilk “Morningrise” şarkısının ilk discman modellerinden biri olan Sony marka CD çalarımda arz-ı endam etmeye başlamasıyla birlikte bir şeylerin çok farklı olacağını hissetmiştim sanki. Şok koruması diye bir şey henüz icat edilmediği için en ufak sarsıntıda sesi giden discman’imin Dikmen Caddesi’nde hiç iyi bir performans verememesiyle eve gidene kadar ertelemek zorunda kalmıştım “Morningrise” ile olan ilk buluşmamızı; ama o 20 dakika çok, çok zor geçmişti.
Albümü ilk defa baştan sona dinleyebildikten sonra zihnimde bambaşka, yepyeni bir sayfa açılmıştı artık. O zamana kadar dinlediğim albümlerle metal müziğin ne olduğunu az çok biliyordum; ama “Morningrise” bana metalin aslında ne olabileceğini gösteriyordu adeta. Bir şarkının yalnızca bir şarkı, bir albümün yalnızca bir albüm olmayabileceğini; 11 dakikalık tek bir The Night and the Silent Water veya 20 dakikalık tek bir Black Rose Immortal içine sayısız manzaranın, tepelerin, göllerin, köprülerin, akarsuların; koca birer dünyanın sığdırabildiğini gösteriyordu. Mikael Åkerfeldt “Zaman daralıyor!” diye bağırıyordu ve ben gerçekten acele etmem gerektiğini hissediyordum, “Ben de seni görmek için her şeyini feda edecekler gibi miyim?” diye soruyordu ve kendimden şüpheye düşüyordum, ve nihayetinde “Döktüğüm her göz yaşı senin içinken, neden göremiyorsun çabaladığımı? Elveda mı demem gerek sana?” diye dertleniyordu ve ben daha çocuk yaşımda onun derdini paylaşıyordum.
“Morningrise” metali yalnızca seven, ya da hatta belki de hiç sevmeyen birisini dahi alıp, onu bu müziğin içine çekecek, metali içinde yaşayacak raddeye getirecek denli kuvvetli bir albüm. Katman üzerine katman kurularak inşa edilmiş, bazen yalnızca iki notaya dokunup kaybolan bir akustik gitarın bile alelade bir grubun bir şarkıda ancak verdiği hissiyatı verebildiği, eşi benzeri olmayan ve bu gidişle de olmayacak bir “şey”. Genelde iki farklı kanaldan giden iki gitarın birlikte oluşturduğu harmoninin yanında baslarda sonradan gruptan kovulacak olan Johan De Farfalla’nın, davullarda Anders Nordin’in harikalar yarattığını, Åkerfeldt’in henüz çiğ dönemlerinde “Orchid”deki kadar olmasa da gürlediği zaman değme black metal vokalistlerine taş çıkarttığını, temiz vokallere döndüğü zaman ise muazzam kapak fotoğrafındaki yansımayı sağlayacak denli durgun sularda gezindiğini belirtmek ne kadar gerekli olsa da bu albümün güzelliğini aktarmak için yeterli değil.
Nihayetinde “Morningrise” yalnızca bir müzik albümü değil çünkü; müzikal bileşenlerin bir araya gelip bir şekilde ortaya kanlı canlı bir hatıra çıkartabildiğinin kanıtı. Her enstrümanın tertemiz duyulması ve davulların bir pagan black metal grubu çalıyormuşçasına derinde bırakılması ile iyice her şeyin doğallaştırıldığı, sahicileştiriliği bir anı; doğa içinde kaybolmuşluğun, kaybetmişliğin hatırası yatıyor OPETH’in bu yaratımında. Albümü ilk defa dinlerken de, bininci defa dinlerken de insanın bir şekilde bir nostalji havası sezebiliyor olmasının başka nasıl bir açıklaması olabilir ki?
Bunca övgüye rağmen en sevdiğim OPETH albümü “Morningrise” değil aslında. O kürsüde “My Arms, Your Hearse” yer alıyor; ama aralarında en özeli kesinlikle bu. Bence herhangi bir metal grubunun peşpeşe yaptığı en iyi üç albüm olan “Morningrise” – “My Arms, Your Hearse” – “Still Life” üçgeninin başladığı yer olan bu albüm aynı zamanda OPETH’in metal dünyasını biraz değiştirmeye başladığı yer de çünkü aynı zamanda. Onları taklit etmeye çalışan ve başarılı olamayan birçok grup bir kenara, metal müzikte progresifliği yalnızca enstrümanları çok hızlı ve teknik çalmak kısıtından kurtaran akımlardan biri de tarihte tam bu aralara denk geliyor zira.
Hem metal tarihi, hem de bunun yanında oldukça önemsiz olarak benim şahsım için bu denli değerli, bu denli eşsiz bir albüm ile ilgili bir son söz bulmakta epeyce zorlanıyordum ki, nihayet albümün orijinal CD’sini aldığımda köşesine iliştirilmiş etiket ile üzerinde ilgili yazanlar geldi. Çok epik veya yaratıcı olduğu söylenemese de, grup ve albümle ilgili kısacık bir özet gibi: “EXTREME PROGRESSIVE METAL FROM SWEDISH GODS! 5 TRACKS IN 66 MINUTES OF THE BEST METAL YOU WILL EVER HEAR!”
100/100
Ben de Level dergisi sayesinde Damnation albümleriyle tanımıştım Opeth’i. Anlaşılan oyun dergileri fena hizmet etmemiş Opeth’e. 🙂
Level’ın öyle şeyler yaptığını bilmiyordum bak, ilginç bir tesadüf olmuş. 🙂
Opeth’in Blackwater Park albümünden sonrasını hiç dinlemedim. Tek bir nota veya söz hiçbir şey duymadım. Opeth benim için sizin zihninizdeki Opeth’den daha tanrılaştırılmış bir Opeth.
Baştan sona dinlediğim ilk albüm de bu albümdür. Kusursuz, her şeyi barındıran, başka bir şey… Muhtemelen metal dinlemeye başladığınız ilk yıllarda dinlediğiniz ilk şeylerden biridir. Ortamlarda cahilce bir heyecanla Akerfeldt muhabbeti yapmanızın sebebi Black Rose Immortal, To Bid You Farewell falandır.
İşin tuhaf tarafı progresif her şeyden nefretle kaçarım. Opeth’i kategorize etmek onların sanatına hakarettir bence.
Öte yandan Black Rose Immortal ile ilgili hiç unutmayacağım bir Ekşi entrysinide şuraya iliştirivereyim:
”az önce bunu dinlerken ezan okunmaya başladı, parçayı durdurdum. parçaya saygısızlık olmasın diye.”
“Bir birine çarpan iki elin çıkardığı sesi biliriz fakay tek elin sesi nedir? ” Opeth bize hiç bilmediğimiz bir sesi dinletti aslında ve bunu ilk olarak bu albümle daha sonra ardından gelen üç albümle yaptı. Bunu tecrübe ettiğimiz için Tanrıyı dahi kutsayabiliriz.
Güzel bir yazı olmuş teşekkürler.
Opeth gerçekten farklı bir grup. İlk dinlediğim zamanları hatırlarım. 1999-2000 yılları, ne oluo lan? ne oluo? diye diye döndürmüştüm kaseti walkmanim de. Öyle birşeydi ki tarif edememiştim. Bu kadar yoğun melodilere, sürekli değişen müziğe yetişmek ne mümkün. Parçalar nerede başlıyor nerede btiyor, anlamamıştım bile. Ama ilk dinlemede çarpmıştı. Aradan 17 sene geçti hala çarpıyor…
Benim en iyi albüm sıralamam, opeth’le aynı.
1- Orchid
2- Morningrise
3- My Arms, Your Hearse
4 – Still life
Diğer albümlerini de severim elbet. Ama bu dört albümü ölene dek dinleyeceğime eminim.
ilk paragraf herşeyi özetliyor🤘
Ne zaman dinlesem albümde farklı şeyler buluyorum.