Vulture Industries – The Tower
VULTURE INDUSTRIES ile, üniversitedeki değişikli metal arayışlarım sırasında tanışmıştım. İkinci sınıfımın bir kısmını UNEXPECT’in “In a Flesh Aquarium” manyaklığı ile geçirdikten sonra, halen kısmen devam etmekte olan “metal dediğin şeyde black etkisi olacak” takıntımla ilerleyen arayışlarımda Akbaba Ltd. Şti. ile karşılaştım.
Açıkça söylemek gerekirse ilk albümleri “The Dystopia Journals” vokalist Bjørnar Nilsen’in ses renginin de ilginç bir şekilde Garm ile ICS Vortex arasında olmasıyla epeyce ARCTURUS kokuyordu; belki gereğinden de fazla. Böyle olunca ARCTURUS seven bir insanı kendilerine çekmeleri de hiç zor olmadı tabii. Çok bir orijinallik barındırmamaları ise elbette ki bir dezavantajdı; çoğu grubun arasından yaptıkları iyi besteler ile sıyrılsalar da, adlarını çok fazla duyuramamaları bundan kaynaklanıyor denebilir. “The Tower”da ise grubun yavaş yavaş kendine has bir kimliği ortaya koyduğunu görmek zor değil. Kullandıkları elementler avantgart metalin genel karakterinden uzaklaşmasa da, az da olsa farklı bir yöne gitmeye başlamaları kendileri açısından iyiye işaret. Müziğinin temposunu düşürmüş, şarkılarını başladıkları hallerinden gittikçe hızlanır değil, orta tempoya ve altına indirir hale gelmiş bir VULTURE INDUSTRIES var karşımızda.
Müziğin değişkenliğini dinleyiciye rahatça göstermek adına üç gitar kullanmaları, bunun üzerine programlanmış da olsa saksafon ve piyano gibi elementler katmaları kesinlikle başarılı hamleler. Bjørnar’ın kendini belli eden, güçlü sesi de bunların üzerine eklenince, oldukça progresif ve bol katmanlı bir yapıya sahip oluyorlar.
Şarkıları dinlerken, değindiğim vokal benzerliğinin de yardımıyla köklü gruplardan ULVER ve ARCTURUS, müziğin genel ruh hali açısından da yenilerden LEPROUS tatları almak kesinlikle hala mümkün; ama farklı olarak önceki albümlerdeki o buram buram koku yok artık. Ortadaki müzik şarkı sözlerinin de etrafında dolandığı hüzünlü; ve fakat zaman zaman sert bir şekilde patlayan ruhu yakalamayı çok iyi başarıyor. Genel olarak yeni nesil avangart gruplarda görülen oynak, şımarık atmosfere hiç bulaşmıyor, kapağından sözlerine ve müziğine tamamı bir bütünlük içinde ve her yere bir grilik sinmiş durumda. Bu grilik bir sıkıcılık grisi değil, yanlış anlaşılmasın, yalnızca karanlık; ama o kadar da karanlık olmayan bir atmosfer. Kapağın karikatürizeliği de bunun çok güzel bir parçası.
Albümdeki şarkı düzenlemesinin de oldukça başarılı olduğundan bahsetmek gerek. “The Tower”ın tümüne bakınca, ikinci yarıdaki şarkıların ilk yarıdakilere göre daha sert olduğunu görüyoruz. Şarkılar genelde kendi içlerinde sertleşmezken, albümün gidişatının bu şekilde olması ilk dinleyişlerde şaşırtsa da, sonradan bu keyifli bir tezat halini alıyor. Hem yavaş, hem de nispeten sert şarkılardan öne çıkanlar olsa da, şarkıları tek tek dinlemektense albümün tamamını dinlemeyi tercih ettirecek kadar güzel bir bütünlük de yakalanmış ayrıca. Yine de albümle aynı adı taşıyan ve bence buradaki en iyi iş olan “The Tower”ın ilk parça olması bazen peşpeşe başa sardırabiliyor, onu itiraf edeyim.
“The Tower” kesinlikle bağımlılık yapıcı bir albüm. Dinlemeye başladığımdan beri henüz başka bir şey açabilmiş değilim ne evde ne de yollarda. İnsanı yormayan, güzel melodileriyle saran bir iş, ve grubun Season of Mist ile piyasaya sürdüğü ilk albüm olmasının da yardımıyla VULTURE INDUSTRIES’in adını daha fazla duyurmasını sağlayacak. Biraz progresif, ucundan kıyısından teatral, kendini bolca dinletecek hafif ama sağlam bir albüm fikri güzel geliyorsa, şans vermekten çekinmeyin, büyük olasılıkla pişman olmayacaksınız.
86/100