Hypnos – The Whitecrow
Daha önceleri karşıma çıkmamış Çek death metal grubu HYPNOS ile tanışmam alışılagelmişin dışındaki kapağıyla ilgimi çeken “The Whitecrow” ile oldu. Kara veba döneminde doktorların kendilerini kokudan korumak amacıyla taktıkları karga benzeri maskelerin metal dünyasının en çok kullanılan simgelerinden biri haline geldiğini zaten biliyoruz; ama bu maskelerin bu kadar beyaz bir tonlama içinde kullanıldığı çok fazla olmuyor takdir edersiniz ki.
Kapağının etkisiyle zaten ilginç bir şeyler beklerken “The Whitecrow”un kendisine bu ismi veren bir plague doctor’ın hikayesini anlatan bir konuşma girizgahıyla açılması, peşinden sakin, enstrümantal bir şarkı gelmesi derken acaba metal albümü mü yoksa hikaye kitabı mı dinliyorum yanlışlıkla diye düşünmeye başlamıştım ki nihayet albüm ile aynı adı taşıyan parça ile sert müzik duyabildim.
Tüm bu enteresanlıklar silsilesinden sonra karşımda nispeten düz bir death metal albümü bulmak garip bir his oldu. Özellikle MORBID ANGEL etkilerini buram buram hissedebileceğiniz “The Whitecrow” müziğini sürüden ayırmak için müzikte yenilik yapmak yerine albümü bir konsept haline getirip hikayeyi destekleyen elementler katıyor işin içine. İşte yukarıda bahsettiğim konuşma pasajları, aralarda giren beklenmedik akustik şarkılar vesaire de hep bu işleri yerine getirme amacı taşıyor.
Elbette ki bu piyasada 20 yıl ayakta kalabilmiş bir grubun belli bir seviyenin altında olduğu düşünülemez; bu kural HYPNOS için de geçerli. Albümün nefis prodüksiyonu sayesinde tertemiz duyduğumuz enstrümanlar death metal’in düzgün icra edildiği zaman “evil” olabilmek için boğucu ve karanlık bir kayıda ihtiyaç duymadığını kanıtlıyor gibi. Kimi zaman (Sin Collectors’ın açılışı nedir öyle) thrash metal’den rif yapılarını ödünç alıp akla KREATOR’u dahi getiren şarkılar genelde belli bir süratin altında seyredip kötücül bir atmosfer yaratmayı başarıyor. Hem ritim, hem de lead gitarların harika bir iş çıkarttını söylemeden geçemeyeceğim bu noktada. Her ne kadar davullar gizli saklı zil düzenleriyle müziğe dikkatli dinlenilince keyfi iyice artan bir derinlik katıyor olsa da, HYPNOS esas gitar kullanımıyla parlıyor. Ton olarak özellikle keskin olmayan ve daha modern bir sound ile müziğe yedirilen gitarlar dur durak bilmeden kanallarını doldurup müziği sürüklüyorlar.
Bunlardan bahsetmişken, örneğin IN FLAMES’in ilk albümlerine o genel kirli sound’a rağmen harika yedirdiği akustik pasajların “The Whitecrow”da bir şekilde biraz eğreti durduğunu düşündüğümü söyleyeyim. Teoride old-school bestelere rağmen prodüksiyon ve tonların etkisiyle daha modern tınlayan bir albümün bu tarz eklemelerle zenginleşeceği düşüncesi mantıklı gelse de, nedense mesela tek başına çok sevdiğim Haereticum Minuet / Rebels Dancing şarkısını albümün gidişatına yakıştıramıyorum.
Özellikle DARK FORTRESS, NONEUCLID ve TRIPTYKON’daki işleriyle ününü gittikçe arttırmakta olan gitarist V. Santura’nın başını çektiği konuklar (ki albümün “anlatıcı”sının MASTER’dan tanıdığımız Paul Speckmann olması hoş bir detay) için de ayrı bir paragraf açmış olayım. Farklı yönlerden konuklar kendi tarzları ve birikimleriyle müziği farklılaştırıp zenginleştiriyor.
Çok uzatmayayım. “The Whitecrow” bu yıl dinleyeceğiniz en iyi death metal albümü olmayacak; ama old-school işleri seviyorsanız (ve hele ki konseptin ve albümün hikayemsi yapısının içine benden biraz daha fazla girebilirseniz) gayet de keyifle dinleyeceğinizin garantisini verebilirim. Her şey biraz modern tınlıyor olsa da hala tanıdık gelip yüzünüzü gülümsetecek çok fazla eski dönem ilhamı yakalayabilirsiniz zira.
77/100