Year of the Goat, The Order of Israfel – Münih – Almanya, 8 Şubat 2017
Oldukça keyifli geçen bu konserden sonra uzunca bir zamandır konser yazısı yazmadığımı fark ettim ve açıkçası böyle güzel bir fırsatı da kaçırmak istemedim. Daha önce bu sayfalarda albüm kritikleri şeklinde konuk ettiğim ve oldukça sevdiğim iki grup olan YEAR OF THE GOAT ve THE ORDER OF ISRAFEL’in birlikte konsere geleceğini duyunca gitmem kaçınılmazdı elbette. İki grubun da beni şaşırtmayarak nefis birer performans göstermesi de beni bu yazıyı epey mutlu yazmaya itiyor açıkçası.
THE ORDER OF ISRAFEL önce sahne almış olsa da iki grup arasında bir ön grup – headliner farklı olduğunu pek zannetmiyorum. İkisi de aşağı yukarı bir saat onar dakika kadar çaldılar ve alandaki kitle de iki grubun da hayranlarını aşağı yukarı aynı sayıda barındırıyor gibiydi. Sattıkları tişört – hoodie fiyatları bile neredeyse aynıydı hatta.
THE ORDER OF ISRAFEL son albümü “Red Robes”un açılış parçası ve aynı zamanda en sevdiğim şarkıları olan Staff in the Sand ile konsere başlayınca zaten her şeyin yolunda gideceğini tahmin ettim ve grupların sahneye planlanandan yarım saat kadar geç çıkmasıyla oluşan tatsızlığım giderek kaybolmaya başladı. Çok iyi ses sisteminin de yardımıyla THE ORDER OF ISRAFEL’in o gümbür gümbür rifleri ve Ozzyvari vokalleri kulaklarımızda çınladıkça ise tamamen ortadan yok oldu.
Grubun vokalist-gitaristi Tom Sutton, aşırı hippi ve büyük olasılıkla kafası bir dünya durumdaki diğer gitaristi Staffan Björck, basçısı Patrik Andersson Winberg ve hayatımda gördüğüm en karizmatik insanlar listesine tepelerden giriş yapan davulcu Hans Lilja’nın sahnedeki duruşları oldukça profesyoneldi ve özellikle Winberg seyirciyi de işin içine dahil etmek için sürekli bizlerle iletişim halindeydi. Her iki albümleri “Wisdom” ve “Red Robes”dan şarkılarla oldukça doyurucu bir performans sergileyen THE ORDER OF ISRAFEL, kapanışı normalde dokuz buçuk dakika kadar süren; ama konserde doğaçlamalarla birlikte sanırım 15 dakikayı bulan Wisdom parçası ile yaptı. Konser biter bitmez seyircilerin büyük bir kısmı merchandise standına giderek bir şeyler satın almaya başladı desem performans hakkında biraz fikir sahibi olabilirsiniz sanırım.
Yarım saati bile bulmayan bir aradan sonra ise alanın ufacık sahnesine altı kişilik kadrosu (ve iri kıyım yapıları) ile zar zor sığan YEAR OF THE GOAT belirdi. Grubun biri aynı zamanda vokalleri üstlenen üç gitarist, bir basçı, bir davulcu ve bir de mellotronistten (oldu mu kelime?) oluşan kallavi ekibi seyircileri selamladıktan sonra The Key and the Gate ile konsere gümbür gümbür giriş yaptı.
YEAR OF THE GOAT üç gitariste sahip olmanın avantajını değişik şekillerde kullanıyor. Thomas Sabbathi vokal yaptığı anlarda genellikle gitarı bırakıp gitarları diğer ikiliye emanet ederken, vokal yapmadığı anlarda ise üç gitarist neredeyse sürekli ritim ve solo gitarları aralarında paslaşıyorlar. Albümlerde haliyle pek fark edilmeyen bu oyunlar grubun melodik zenginliğinin nereden geldiği konusunda da epeyce fikir verdi canlı performansa tanıklık ederken. Sabbathi’nin çıplak sesinin albüm kayıtlarındakinden bile etkileyici tınladığını da buraya bir not olarak düşeyim.
Grup hem “Angels’ Necropolis” hem “The Unspeakable” albümlerinden, hem de “Lucem Ferre” EP’lerinden şarkılardan oluşan setlistiyle henüz çok da uzun olmayan kariyerlerinin her döneminden esintiler sundu. Özellikle Angels’ Necropolis, Of Darkness ve For the King parçalarına seyircilerin eşlik etmesiyle ortam iyice şenlendi, benim için ise setlist’teki kişisel favorim olan This Will Be Mine konserin zirve noktası oldu. Sonlara doğru son çıkarttıkları single’da yer alan cover Song of Winter’ı da çalarak kitlenin bir çoğunu şaşırttılar sanırım. Epey iri cüsseli ve saçlı sakalı Sabbathi’nin pamuk gibi bir sesle “aym dı sooong of viintır” diye şakıması görülmeye değerdi doğrusu.
Muazzam bir ses rengine sahip olan Tomas Sabbathi’nin şarkı aralarında neredeyse hiç konuşmaması ve seyircilerle olan diyaloğu tamamen mellotronist (evet) Pope’un yürütmesi gecenin aklımda yer eden ilginçliklerindendi. Beni epeyce güldüren bir an da, konseri önümde izleyen iki adet bayanın yukarıda değindiğim karizmatik THE ORDER OF ISRAFEL davulcusu Hans Lilja’nın kıyafet standına gittiğini görüp YEAR OF THE GOAT’u falan boş verip ona sırnaşmak için peşinden gittikleri andı. Konserin sonunda çıkarken gördüğüm kadarıyla hep beraber bira içiyorlardı.
Sonuç olarak benim için çok keyifli bir akşam oldu diyebilirim. Sevdiğim iki grubun da performansları çok iyiydi ve daha önceden setlist’lere baktığım ve çalınmayacağını bildiğim halde çalınmaması içimde kalan All He Has Read dışında herhangi bir hayal kırıklığım olmadı. Çıkarken de sınırlı sayıda basılmış “The Unspeakable” plağından kaparak eve doğru yola koyuldum.