Chapel of Disease – The Mysterious Ways of Repetitive Art
Yedi farklı ritüelden oluşan yedi şarkılık bir ayin. Bilim ile büyünün iç içe geçtiği, yaşayanlar ile ölülerin arasındaki sınırın belirsiz olduğu, sırlarına hiçbir zaman hiç kimsenin vakıf olamayacağı bir dünya. Sade gibi görünen ancak hayli karmaşık bir düzen. Tanrılar, melekler, şeytanlar ve daha nicelerinin ortasında, kendi yarattıkları güç sembollerinin köleleri haline gelmiş, gerçek güce sahip varlıkların ellerinde basit birer oyuncağa dönüşmüş, Ölüm’ün gücünü ise tümden görmezden gelen, zavallı insanlar…
Karanlığın, Çürüme’nin ve Kızıl Ölüm’ün her şey üzerindeki egemenliği başladığında, ruhunun esaretten kurtulması için gerekeni yapıp kuşu kafesinden serbest bırakabilecek misiniz? Yoksa Ölüm’ün gücüne tapmaya başlayarak, belki de onun görkemine ortak olabileceğin sanrısına kapılıp, diğerlerinin peşi sıra mı gideceksiniz?
İşte Chapel of Disease’in “The Mysterious Ways of Repetitive Art” albümünün üzerimdeki etkisi; sonsuz bir döngünün sanattaki yansımalarını kendince yorumlamaya çalışan grubun eski mitler, korku hikayeleri ve efsanelerden esinlenerek yarattığı müziği uğursuzluğun, lanetlenmenin, mahkumiyetin ve elbette ki ölümün kusursuza yakın tezahürü.
“Horror rock” hissiyatında death metal yapan Alman grubun thrash unsurlarıyla desteklediği müziğinin özeti bu şekilde çıkarılabilir belki. Fakat böylesine mükemmel bir temsili bu kadar ucuz bir şekilde, değerinden kaybettirerek anlatmak beni tatmin etmiyor. Temsil dedim, zira her defasında finali hiç de hoş olmayacak karanlık bir opera izler/dinler gibi takip ediyorum; bir yanım bir an evvel bu illetten kaçıp kurtulmak için yanıp tutuşsa dahi zayıf kalıyor, bu güç timsali grubun okült gövde gösterisini hayranlıkla karışık bir korkuyla izlemeye devam ediyor, devam ediyorum.
Kaosu yaratanların gördükleri şey aslında mükemmel bir düzendir, değil mi? Bilmeyen, kontrol edemeyen için vardır kaos. Chapel of Disease ise kaosun tek hakimi olarak, kendini tekrar eden sanatın gizemli yöntemlerini kendini hemen hemen hiç tekrar etmeden, büyük bir çeşitlilikteki envanterindeki farklı yöntem ve silahları kullanarak gösteriyor dinleyicisine. Neredeyse Kim Bendex Petersen kadar kudretli bir hikaye anlatıcılığı yapıyor.
Öngörülemeyen bir tempo değişikliğiyle, death metalin köklerine yapılan basit bir göndermeyle, mum yığınına gösterilen saygı yoluyla, veyahut da niyetini hiç belli etmeyen bir gitarın önderliğinde yepyeni diyarlara adımlar atan şarkılar belki bu yazı kadar gerçek, belki de ölüm kadar sembolik diyarlara götürüp, geri getirmiyor dinleyiciyi. “Symbolic Realms”‘e gelene kadar henüz zihniniz prangalarından kurtulmayı beceremezse bile, Gustav Meyer – “Das Ganze Sein ist Flammend Leid” son çekiç darbesini vuracaktır zaten zincirlere.
Kimi etiketlemelerle rahatlıkla tanıtılıp işin içinden çıkılacak bir albümü neden böyle şaşalı bir şekilde anlatmaya çalıştığımı sorgulayanların boş zamanlarından 47 dakika rica ediyorum. Chapel of Disease sınırları genişleten bir albüme imza atmış. Siz de zihninizi en azından bir defa, 47 dakikalığına serbest bırakın; bırakın çılgın öyküler gözlerinizin önünde sahnelensin. Morpheus’un kum tanelerine ihtiyaç duymadan cehennemin kapısından içeriye bir göz atın. Ya da kendi özgün senaryonuzu özgürce sahneleyin. Siz hastalık mabedinin karalar içindeki rahiplerine bir şans verirseniz onlar da okült güçleriyle size bu şansı tanıyacaklar, buna emin olun.
Geri bildirim: tabletkitabesi