Mastodon – Crack the Skye

İster sevin ister sevmeyin (ki sevmeyenine çok da fazla rastlamadım şimdiye kadar); ama MASTODON günümüzün en çok bilinen, en çok dinlenen metal gruplarından biri haline çoktan geldi ve bunu da bileklerinin hakkıyla yaptıklarını inkar etmek mümkün değil. Uzun süre istikrarını korumayı başaran birçok metal grubu gibi oturmuş bir kadroyla, müziklerinde değişikliklere giderek ama asla belli (oldukça yüksek!) bir seviyenin altında inmeden muazzam bir kariyer geçiriyor olmakta olduklarının artık herkes farkında.

Daha “kütür kütür” tabir ettiğimiz (“cayır cayır” da olur) bir sertlikle kariyerine başlayan grubun başlardaki takipçi kitlesi yarattıkları inanılmaz enstrümantal coşkunluğa hayranlık duran pis metalci ekipken, gittikçe daha dinlemesi kolay bir hal alan müzikleri şimdilerde metal dinleyen ve hatta dinlemeyen çok büyük bir kitleye hitap etmeyi başarıyor. Bunu yaparlar ve gavurların tabiriyle “radio-friendly” bir hale gelirlerken en çok takdir edilmesi gereken yönlerinden bir tanesi bence değerli bir müzik yapmaktan asla vazgeçmemiş olmaları.

Değerliden kastım ne peki? MASTODON en kolay dinlenilebilir albümü kabul edebileceğimiz “The Hunter”da dahi hiçbir zaman işin kolayına kaçmadan, müziğini basitleştirmeden, sabun köpüğü diye tabir edilecek bir çırpıda tüketilip bir daha akla gelmeyecek besteler yapmadan işini sürdürdü. Adım adım ne yaptıklarını bilerek büyüdüler; ama kendilerini büyütecek bu adımları atarken de asla kendilerinden taviz vermediler.

Bunca övgüye mazhar olan ve dediğim gibi ne olursa olsun hep çok iyi müzik yapan bir grubun albümleri arasında seçim yapmak da elbette hiç kolay değil. Sokaktan MASTODON fanı 20 kişi çevirip favori MASTODON albümlerini sorsanız tüm albümlerinin adlarını duymanız hiç de zor değil. Yeni albüm haberini aldığımız şu günlerde grupla ilgili bir şeyler karalamak için fırsat kollayan bendeniz için şimdiye dek yaptıkları en iyi iş ise, bu satırlara vesile olan ve umuyorum ki siz sıkılıp okumayı bırakmadan nihayetinden üzerinde birkaç laf etmeye başlayacağım “Crack the Skye”.

Davulcu Brann Dailor’ın engelli ve 14 yaşında intihar ederek aramızdan ayrılan kızkardeşi Skye Dailor’ın anısına ithaf edilen albüm aynı zamanda grubun yıllar boyunca çektiği birçok sıkıntının da bir yansıması olarak tasvir ediliyor. Grubun müziğindeki stoner-sludge etkilerinin biraz hafiflemeye başladığı albüm olarak gösterebiliriz “Crack the Skye”ı. Halen o sularda yüzüyor olsa da MASTODON bu albümünde hiç olmadığı kadar (ki önceden da epeyce oldular) progresif bir çizgide ilerliyor. Konsept albümün ve birazdan değineceğimiz konseptin de yardımıyla sürekli değişen şarkı ve albüm yapısı “Crack the Skye”ı iyiden iyiye bir progresif rock albümü yapıyor bile denebilir. Özellikle The Czar, müthiş PINK FLOYD’vari solosuyla yaptığı zirveyi bir kenara bıraksak dahi 11 dakikalık süresi boyunca duygusal olarak öyle dipleri ve zirveleri görüyor ki, benim diyen birçok progresif rock/metal grubunun böyle bir şarkı yazmak için ruhlarını dahi satacağını söylesek abes kaçmaz.

Oldukça karışık olan konsepti kendimce anlatmaya çalışayım. Hikaye, engelli bir çocuğun astral seyahatle vücudunu geride bırakıp uzaya doğru bir yolculuğa çıkmasıyla başlıyor. Tıpkı İkarus gibi Güneş’e fazla yaklaşan çocuk, kendisini asıl vücuduna götürecek bağlantının yanmasıyla uzayda kayboluyor ve bir solucan deliğine düşüyor. Solucan deliğinden geçerek ulaştığı bir ruhlar diyarındaki konuşmalar ona aslında ölmediğine ikna ediyor ve Rus bir tarikat onunla temasa geçerek sorununu dinliyor, en sonunda onu kurtarmak için ruhunu Rus papaz Rasputin’in vücuduna aktarıyorlar (?). Rasputin’in Çar’a ihanet edip öldürülmesinden sonra ise onun ve Rasputin’in ruhu gökyüzündeki bir çatlaktan dışarı süzülüyorlar. Anne ve babası o sırada çocuğun durumunu fark edip öldü zannettikleri için Rasputin, çocuğun ruhunun bir an önce bedenine geri dönmesi gerektiğini fark ediyor ve bunun için yola koyuluyorlar. Yoldalarken karşılarına çıkan Şeytan onları kandırıp ruhlarını ele geçirmeye çalışıyor ve işler iyice karmaşıklaşıyor. Hikayenin sonu ise maalesef tam olarak açıklanmıyor.

Böylesine karmaşık bir hikayeye, şanına yaraşır bir müzik eşlik ediyor “Crack the Skye”da. Her ne kadar canlı performanslarında bir dezavantaj olsa da albüm kayıtlarında gruba çok büyük bir esneklik sağlayan üç vokalist kullanımının belki de en çok parladığı albüm de bu; zira hikayenin yavaşladığı, hızlandığı, heyecanlandığı hatta vahşileştiği anların her birine eşlik edecek çok geniş bir yelpazeden vokaller icra edebiliyor bu üçlü. Albümdeki enstrüman performanslarına tek tek girip işi uzatmak istemiyorum; ama tüm sürükleyiciliğin yanında belki de işin içinde kardeşine bir atıf olunca iyiden iyiye motive olan (ki zaten normalde de bence inanılmaz bir davulcu olan) bir Brann Dailor faktörü var ki, albümün çarpıcılığını kendi başına dahi bir kat yukarı çekiyor.

“Crack the Skye” benim için 2000’li yılların en iyi birkaç metal albümünden biri. Daha da önemlisi, BETWEEN THE BURIED AND ME’nin “Colors”ı ile birlikte bu dönem metaline yön veren birkaç albümden de bir tanesi. MASTODON çok iyi albümler yaptı, pek şüphem de yok ki hep de çok iyi albümler yapacaklar; fakat “Crack the Skye” hem çıktığı dönem, hem de gruba ifade ettiği anlam ile büyük olasılıkla hep diskografilerinin zirvelerinde gezecek. The Czar ve The Last Baron gibi iki şarkıyı birden barındıran kaç albüm sayabilirsiniz ki?

98/100

c951eee075f8f489820d062f3230eb56-1000x1000x1

Become a patron at Patreon!

Ertuğrul Bircan Çopur

Doydum ama aç gözlülükten yiyorum.

Bir Yorum Bırakın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.