SALLOW – I: The Great Work & II: Corpses & Ruins
Bu kritik 11 Ocak 2016’da kaleme alınmıştır.
Sanırım içinden kötü iş çıkmama ihtimali en yüksek olan tür, melodik etkileşimli, hafif his yüklü black metaldir. Hani yeri geldiğinde yerden yere vurup, yeri geldiğinde boyun kıran müzik. Hayatında ilk dinlediği metal şarkısı “Punish my heaven” olan biri olarak, metalin gerçek anlamda sevilebilir olduğunu anladığım an, aslında şarkının hiç de göründüğü kadar yırtıcı değil, aslında iç dünyasında çok da derbeder, umutsuz olduğunu fark ettiğim andı. Metal müzik hırçınlıktan doğdu evet, ancak bu hırçınlığın kaynağında çaresizlik, umutsuzluk vardı. İnsanlar metal dinlemeyi seçmez, sanki ona itilirdi bana göre, kendim de böyle başlamıştım. Dinlediğim müziğin kaynağına baktığımda tek gördüğüm acı ve nefretin farklı üsluplarıydı, bu yüzden beni buna yeniden tanık eden her albümün başlığını bu şekilde atmaya karar verdim. Bugün hakkında yazacaklarım ise, yeni kurulan bir grubun Nisan 2015’de yayınladığı iki demo kayda ait. Tam olarak yukarıda bahsettiğim gibi, her iki hisse de hitap edebilen, demo olduğu için asla görmezden gelinmemesi gereken bir çalışma var elimizde.
İki kısa EP’den oluşan bu çalışmayı tek bir kritikte anlatma ihtiyacı duydum, zaten aralarında hemen hemen hiçbir fark yok. SALLOW müziğinde “sanki başka bir şarkıda duymuştum bu melodiyi” diyebileceğiniz birçok kısım var. Bunlardan bir tanesi de efsane şarkı “Transilvanian Hunger”ın ana melodisinin alternatifi gibi, dinlediğiniz anda hemen fark edebileceğiniz kadar bariz biçimde kullanılmış, hatta bütün bir şarkı bu melodinin temeline oturtulmuş diyebilirim. Diğer yandan “Awaiting Black Flames” şarkısının ana melodisi de, bayağı bayağı tatlı, bahar sabahında doğan güneşe az biraz gamlı atılan bir bakış gibi melodi. Gelgelelim üzerine inşa edilen çığlıklı ve kasıt yüklü vokaller ve pervasızca tarayan leş gitarlar bu manzarayı çirkinleştirirken, şarkının ikinci dakikasında giren kısım ise, ne yardan ne serden dercesine, duygusallığı ve hissiyatı korumaya yönelik adımlar içeriyor. Bu sürecin hemen hemen aynısı, bütün şarkılarda yer buluyor diyebilirim. Bu bakımdan tarif etmek gerekirse, iç dünyamızda gününü gün eden çelişkilerin ta kendisine hitap eden bir müzik olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Arkada akan tatlı melodi, klasik gitar geçişleri, en mutlumuzu bile psikolog kapılarında süründürecek nüansta rifflerin önünde de vokalin “Ey şeytan, Yak bu Dünyayı!” diye gırtlağını parçalaması sanırım grubun müzikal özeti niteliğinde.
Ne yaptığını bilen grup geyiğine girmek istemiyorum ama günümüzde hala bir grubun ciddi anlamda ne yaptığının farkında olması üzerinde durulması gereken bir husus. SALLOW bu konuda sınavı başarıyla geçiyor diyebilirim. Hemen her şarkıda ortak bir tema mevcut ve bunlar tatlı bir karakteristikle buluşmuş. Açıkçası şu demoları 10 sene önce çıkarmış olsalardı, benzetmek veya karşılaştırmak gibi olmasın ama OPETH’inki gibi bir kitleye sahip olabilirlerdi. Tabi hiçbir şey için geç değil. Şuan üzerine konuştuğumuzun demo olduğunu gerçeğini göz önüne alırsak, bu adamlar çizgilerinden çıkmadıkları sürece ilk albümlerinde fena patlayabilir. (Zamanında aynısını TRIBULATION’ın 3. albümü için de söylemiştim, tanıklarım var.)
Değinmek istediğim bir diğer konu ise, şarkıların gidişatının oldukça beklendik ve önceden tahmin edilebilir oluşu. Hatta grup bu anlayıştan kaçınmak için, “The Great Work”de bayağı tezat kısımları özellikle bir araya getirmiş gibi. Aniden hızlanan ve yeniden aniden yavaşlayan bölümler, tekdüze giden bir kısımda alakasız bodoslama geçişler şarkının geri kalanında çok fazla sırıtabiliyor. Dinledikçe alışılan bir durum ama ilk dinlemelerde kulağa farklı geldiği de bir gerçek. Ancak bu durum, şarkıların ulaşmak istediği hedefi baltalamıyor. SALLOW hemen her şarkısıyla dinleyicinin içine işleyebiliyor. Tam olarak bu sebepten ötürü, koca bir senede çıkmış onca güzel albüme rağmen, bu demoları Top 10 listeme koydum.
“Corpses and Ruins” demosu ise iki uzun şarkıdan oluşuyor. Yapı olarak “The Great Work”ten pek farklı olduğu söylenemez. Ancak bu demodaki ifade biçimi önceki demoya göre biraz daha ferah ve direkt diyebilirim. Melodi yapıları, geçişler, şarkıların tahmin edilebilirliği ise tam olarak aynı. Yalnız “Corpses and Ruins”deki gitar işçiğili daha iyi diyebilirim. Bazı anlarda öyle sağlam riffler var ki, “evet! Evet tam olarak istediğim bu!” dedirtecek biçimde kulak orgazmı yaşatabiliyor.
Şu hayatta esas olanın ölüm olduğunu bilmemize, ayrılığın, sonun, perdenin günün birinde tamamen kapanacağının kaçınılmaz gerçek olduğunu bütün ruhumuzla hissetmemize ve topraktan başka bir şey olamayacağımızı çeşit çeşit manevi ‘şeylere’ inanmaya çalışarak reddetmemize rağmen, o günün geleceğini hepimiz biliyoruz. Ne göt olmaya ne de kendimizi kıstığımız onca hayatın güzelliğinin tamamen yitip gittiği gerçeğinin verdiği pişmanlığı hakkıyla hissetmeye bile zamanımız kalmayacak. İşte bu yüzden yalancı mutluluklar ve tesellilerle ruhumuzu zayıf bırakmaktansa, en çok acıyan yerimize hayasızca vuran müziklerle biraz toparlayabilir, bulutların üzerinde güzellikten başka hiçbir şeyin olmadığı şehirleri arayan, yaşadığı her şeyi bir takım imkansızlıklarla birbirine bağlamaya çalışan bilincimizi gerçek hayata, hani şu herkesin topluluklara sığınmaya çalışıp yalnız öldüğü yere alıştırabiliriz. “The Great Work” ve “Corpses and Ruins” demoları bunun için biçilmiş kaftan niteliğinde.
Işık ve sevgi sizinle olsun.
95/100