Lamb of God – Lamb of God
Merhaba.
2000’ler metalin ana akımda yerlerde sürünmesini önleyen en önemli gruplardan biri Lamb of God. New Wave of American Heavy Metal sancağı altında PANTERA, BIOHAZARD, MACHINE HEAD gibi isimlerin 90’larda grunge türüne karşı gerçekleştirdikleri büyük taarruzun bir benzerini 2000’lerde nu-metal ve köklerinden kopup garip bir şeye dönüşen metalcore’a karşı gerçekleştiren Lamb of God’ın 21. yüzyılda metal için ne kadar büyük, ne kadar etkili, ne kadar güçlü, ne kadar başarılı veya ne kadar önemli olduğu, tartışmaya kapalı bir konı. Tartışan herhangi birine de iyi günler dileyebilirim en fazla herhalde; duramam o boş ortamda.
Bununla birlikte bir süredir Lamb of God’ın beni heyecanlandıran bir isim olmadığını söylemem gerek. Evet, askerdeyken VII: Sturm und Durang‘ı çok dinledim ve klasik anlamda bir LoG albümü olduğunu düşünmesem de kimi deneysellikleri ve Wrath ile Resolution gibi, çoğunluk için vasat, benim için de hayli hayal kırıklığı albümlerin üzerine gelmiş olmasının da etkisiyle haddinden fazla sevdiğim, benimsediğim bir albüm olarak içimde yeniden bir şeylerin kımıldanmasını sağladı ama açıkçası Lamb of God’ın misyonunu çoktan tamamladığını düşünüyor ve yeniliğe çok açık olmadığı için de yavaş yavaş geçerliliğini yitirmeye başladığını düşünüyorum.
Üstüne de Chris Adler gruptan ayrıldı.
Bir davulcunun grup içerisinde ne kadar etkili olabileceğini sorgulayan herkese karşı, karşı argüman üretmenize fazlasıyla yardımı dokunacak Chris Adler, kendine has tonları ve çalma stiliyle Lamb of God’ın bel kemiğiydi. Uzun bir zamandır bağların zayıfladığı, iplerin öyle veya böyle kopacağını hissediyorduk ama yine de insan Adler’siz bir LoG düşünemiyor tam manasıyla. Fenomen bir davulcu yitirdi LoG.
Tabii diğer elemanlar pek böyle düşünmüyor olacaklar ki zırto zırto açıklamalar ve gereksiz bir gaz ile eski PRONG ve WINDS OF PLAGUE davulcusu, yeni LoG davulcusu Art Cruz’u ateşe atmakla kalmadılar, yeni albüm öncesi saçma sapan bir antipati oluşturmayı da başardılar. Yok Chris Adler çok mekanikmiş de bilmem ne… ULAN AYNISINI ÇALDIRMIŞSINIZ YENİ ELEMANA?!
Durun tamam, sakinim.
Buradan başlayalım madem. Art Cruz çok zor bir sorumluluk üstleniyor ve bu cesareti bile belirli bir saygıyı hak ediyor bana kalırsa. Korkulduğu kadar da yokluğunu hissettirmiyor Chris Adler’in. Zaten Lamb of God müziğinde farklı bir davul stilinin yer bulabileceği herhangi bir özgürlük alanı da yok aslına bakarsanız. Düzeni kurulu, makine gibi çalışan bir sistem bu ve kolu kimin çevirdiğinin önemi yavaş yavaş kayboluyor gibi zamanla. Şu albümde trampet tonu dışında davulda Chris Adler’in olmadığına işaret eden hiçbir şey yok nihayetinde; Art Cruz, Adler nasıl çalıyorsa öyle çalmış. Özellikle Gears ve New Colossal Hate gibi parçalardaki tarama takip eden bas-davul vuruşlarıyla iki ayağına da ne kadar hakim olduğunu gösteriyor ve atakları da bire bir Chris Adler’in stilini yansıtıyor. Tebikler Art Cruz.
Willie-Mark ikilisine gelecek olursak; diskografinin önemli bir noktasına gelmiş, ana parçalarından birini kaybetmiş bir halde, kendi adını taşıyan bir albüm çıkarırken yapılması gerektiği gibi Lamb of God tarihinin en önemli şarkılarından ilhamla, retrospektif bir bakışla yazılmış gibi geliyor besteler bana. Çünkü aslında Lamb of God‘da, Lamb of God’dan daha önce duymadığınız hiçbir şey yok neredeyse ve çoğu şarkı, grubun başka bir zamanındaki enfes bir şarkıya benziyor biraz. Fakat bana sorarsanız hiçbiri, aslı kadar etkileyici değil. Şimdiden milyonlarca defa dinlenen/izlenen Memento Mori de, 24 saat dolmadan YouTube’da 150.000 görüntülenmeyi geçen Gears da veya bir başka ağır top New Colossal Hate de en iyi 10 LoG şarkısı arasına girebilecek güçte besteler değil.
Tabii bu şarkılar zayıf demek değil; Gears‘ı da, New Colossal Hate‘i de (Discord ekibi selam! haha) kaç kere döndürdüm, belli değil. Benzersiz groove tabanı, modernize edilmiş thrash rifleri ve Randy’nin performansıyla öne çıkan şarkılar, aslında albüm içerisinde giderek formülize görünmeye başladıkları için güç kaybediyorlar biraz da. Eminim favori şarkınızı tek başına veya bir-iki parça seçip best-off tadında dinlediğinizde çok daha keyif alabilirsiniz.
Chris Adler sonrası kendini kanıtlama çabasını, monolitik bir albüm ile Lamb of God’ın dimdik ayakta olduğunu gösterme amacını anlıyorum. Herhalde ben de benzer bir psikolojide olurdum zaten. Fakat bu, aynı zamanda albümün heyecanından götürüyor bir parça. Çeşitlilik namına çok bir şey sunamıyor. Memento Mori sanki biraz biraz gotik gibi ve On the Hook‘da da blast-beat var, evet de, bu muyuz yani? Bu kadar mıyız? Konuk HATEBREED vokalisti Jamey Jasta ile TESTAMENT insanı Chuck Billy’nin yer aldığı Posion Dream ve Routes da fazlasıyla ayrıksı, direkt bu isimler için yazılmış şarkılar gibi duruyorlar. Özellikle Routes, albümün kalanından çok kopuk. İnsan tabii bir önceki albümde yer alan Chino Moreno’lu Embers‘i düşünmeden edemiyor bu noktada…
Madalyonun öteki yüzünde istikrar, kararlılık, güven gibi noktalardan bakınca ışıl ışıl parlıyor albüm aslında. Kariyerinin 21. yılında ve 10. albümünde hala aynı performansı sürdürmeleri müthiş bir şey. Ayrıca Randy Blythe’ın ciğer sökücü vokaline ve daha da önemlisi politik sözlerine de değinmeden olmaz. Daha 2. parça Checkmate‘den itibaren, “Make America Hate Again!” sözleriyle duruşunu gösteriyor Randy. Bloodshot Eyes dışında (ondan da emin değilim aslında) tüm parçalarda bariz politik göndermeler ile dolu. Önceki albümde Randy’nin Çekya’da yaşadığı talihsiz olayın gölgesi altında, fazlasıyla içsel sözler vardı ama yeniden özüne dönüp politikacıların ikiyüzlülüğü, var olan düzen ve düzeni uygulayan aktörler hakkında açmış ağzını, yummuş gözünü. Bazen çok hardcore söylüyor ama yine de hem vokali hem sözleriyle parlıyor Randy Blythe.
Bu kadar kafa patlatmanın, bu kadar lafın üzerine kesin yorumum Lamb of God‘ın güvenli, o nedenle de orta şekerli bir albüm olduğu sanırım. Lamb of God’ın tabanı, özü belli ve o da yeterince iyi zaten; kişisel olarak yazıda ipuçlarını vermeye çalıştığım düşünceler ve değerlendirmeler üzerinden kendi puanınızı biraz daha artırıp azaltabilirsiniz.
73/100
Metalperver’e destek olmak isterseniz aşağıdaki düğmeye tıklayıp Patreon sayfamıza mutlaka bir göz atın:
Yazıyı okudum ama albümü dinlemedim dinlersem bir yorum daha yazarım. Ama yazıda takıldığım önemli bir kısım var Wrath nasıl vasat albüm? Ashes of the Wake’ten sonra en sevdiğim LoG albümü ve hayvan gibi kamyon gibi albüm olduğunu düşünüyorum
10 albüm içinde en iyi ihtimalle 5. sıraya koyarım gibi. LoG diskografisi içinde çok özellikli bir albüm olduğunu düşünmüyorum. Çolak bir Sacrament klonu.
Ben de Resolution hastasıyım. Keza Wrath da hayvan gibi albüm bence de. Sacramenti çok sevemedim ama. LoG soundu çok unique bir sound olduğu için farklı albümler arasında sound değişimleri değil de minör optimizasyonlar olduğundan Wrath da Resoulution da müzikal olarak pek yeni bir şey sunmasa da o sound optimizasyonu çok hoşuma gidiyor.
Resolution 14 şarkı, 57 dakika. Söyleyeceklerim bu kadar haha.
Desolution ne cengaver şarkı ama ya.
Albumde en begendigiz 5 parca hangileriydi?
Gears, New Colossal Hate ve Resurrection Man dışında tekrar tekrar açıp dinleyeceğim bir şarkı yok aslında. Bu üçlünün yanına tamamlamak için On the Hook ile Checkmate’i koyayım haydi.
Bence gayet leziz bir LoG albümü, akıp gidiyor. Tek sorun “feat.” içeren şarkıların ritmi bozması. Checkmate, Gear, Resurrection Man şimdilik favorilerim.
Geri bildirim: Faceless Burial – Speciation – Metalperver