Klasik Bir Cumartesi: Children of Bodom – Hatebreeder
Merhaba, ben çocukken CHILDREN OF BODOM inanılmaz büyük bir şeydi.
Hakikaten de metali yeni yeni keşfettiğim o 90’lar sonunda bir anda patlayan bir fırtına, önüne herkesi kattığı gibi Alexi Laiho’nun kucağına atmıştı. Fön çektirdiği sarı saçları, siyah ojeleri ve yeteneğin klasik müzikten beslenen bir stil ile buluştuğu gitaristliğiyle Avrupa’da olduğu gibi, bir anda Türkiye’de de bomba gibi patlamıştı. Bizim hoşlandığımız kızlar Alexi’den hoşlanıyor, onlar Alexi’nin posterlerine bakıp iç geçirdikçe biz de bakıp “Bodom Çocuğu!” diye küfürler ediyorduk içimizden.
Şaka bir yana, INEARTHED ismiyle kariyerine başlayan, daha sonra ilk albümü Something Wild öncesinde plak şirketi değişikliğinde sorun yaşamamak için, Finlandiya’nın en gizemli olaylarından birinden esinlenerek (google it) CHILDREN OF BODOM ismiyle yoluna devam eden Alexi Laiho ve dadaşlar, 1997’deki efsanevi çıkışının ardından hiç vakit kaybetmeden ikinci albümünü çıkarmaya hazırlanıyordu ki daha sonrasında yaşanacak pek çok olay ile kendisinin biraz enteresan bir insan olduğunu anlayacağımız Alexi, avuç avuç uyku ilacı ile intihar etmeye kalkıştı. Bir hafta komada kalan Alexi neyse ki kurtuldu ve daha insanlar dumanı tüten Something Wild‘ın şokunu atlatamamışken 1999 yılında Hatebreeder manyaklığı yayımlandı.
Aslında bu köşeye COB yazmaya karar verdiğimde, eski hayranların rahatlıkla empati kurabileceği şekilde kafamda üç albüm vardı; ilk albüm Something Wild, şu an bu yazıya konu ulan ikinci albüm Hatebreeder ve 2000 yılında çıkan Follow the Reaper. Detaylardaki farklılıklar dışında birbirinden pek ayıramadığım, her birini ayrı ayrı efsanevi bulduğum bu üç albüm içerisinden Hatebreeder‘ı seçmemin sebebi ise grubun 1999 yılında, Tokyo Warhearts adı altında yayınladığı konser albümünü çok fazla dinlemiş olmam sanırım, haha. Tabii bu kadar duygusal ve saçma bir sebebin dışında bir de Something Wild gibi devasa bir ilk albümün üzerine, üstelik Alexi’nin kafası memlekete kesin dönüş yapmışken böyle güçlü bir albüm yazmayı başarmış olmaları gibi bir etken var elbette.
1984 yapımı, her sinema ve klasik müzik severin mutlaka izlemesini tavsiye edebileceğim AMADEUS filminden, daha önceki yazılarımda vurguladığım şekilde, çok az ile çok fazlayı anlatabilen, Salieri’nin isyanını simgeleyen From now on, we are enemies…You and I. sözleriyle açılıyor albüm ve hemen ardından giren gürül gürül bas gitar önderliğindeki Warheart ile, otuz sekiz dakika sürecek bu müzik ziyafetinin startı veriliyor.
Belki birkaç sene gecikti ama Childiren of Bodom da tıpkı DARK TRANQULLITY, IN FLAMES ve AT THE GATES gibi melodik death metal adına inanılmaz işler ortaya koyan, türe yön veren ve peşinden pek çok grubu sürükleyen, devasa bir isim ve özellikle kusursuz Silent Night, Bodom Night başlayınca hakikaten başka seviyede bir şeyle karşı karşıya olduğunu anlıyor insan. İlk albümden çok daha güçlü bir prodüksiyon -ki Children of Bodom iyi prodüksiyonun gücünü her zaman kullanan gruplardan biri olmuştur-, çok daha derli toplu ve çok daha akıcı bir albüm Hatebreeder ve her ne kadar ben ilk albümün o karmaşık, kaotik ve çiğ havasının hastası olsam da Hatebreeder çok daha usta işi geliyor bana. Tabii bir de grubun genlerindeki power metal tutkusunun, özellikle ritim gitarın bastığı akorlarda karşılık bulan bir yansıması var ki, “ATIMI HAZIRLAYIN!” diyesi geliyor insanın.
Neoklasik gitarların sonu gelmeyecekmiş gibi hissettiren, her biri insanın zihnine kazınan harika melodilerinden, gösterişten uzak olmakla birlikte tempoyu çok iyi ayarlayan davullardan, sürekli gitarlar ile savaş halinde olan ve sadece atmosfer unsuru olmanın çok ötesinde, müziğin ana unsurlarından biri olan klavyeden ya da Alexi’nin bu müziğe ve yalnızca bu müziğe yakışabilen karakteristik yırtıcı vokalinden bahsedilebilir bu noktada, fakat Hatebreeder’ı bir araya getiren her unsur o kadar iyi bir şekilde bir diğerine kaynıyor ki, birbirinden ayırıp herhangi birini öne çıkarmak gerçekten imkansız. Ben şimdi, günümüzde hala her konserin vazgeçilmesi olan Silent Night, Bodom Night‘ı, dinlediğim günden beri hala tam olarak anlayamadığım manyaklık Downfall‘u nasıl anlatayım ki zaten; Avrupa melodik death metalinin 90’ların sonundaki zirvesinden söz ediyoruz burada.
Günümüzdeki karmaşık, katmanlı ve fazlasıyla planlı işlerine kıyasla sıradan, iddiasız ve hatta zayıf görünebilir ve zaten Children of Bodom’dan nefret etmek modası asla geçmeyen popüler bir akım ama dönemine göre gerçekten de Avrupa’nın metal adına en büyük zaferlerinden biri de şüphesiz Hatebreeder‘dı. Tamamen kendine has, death metal, power metal ve klasik müziğin farklı dinamiklerini aynı potada eritebilen ve işi enstrüman mastürbasyonuna çevirmeden bunu sunabilen, kusursuz bir albüm Hatebreeder. Children of Bodom ne yazık ki çok uzun yıllardır büyük saçmalıyor ve kesinlikle hak ettiğine inandığım bir şekilde de yerden yere vuruluyor. Ben de gruba kürekle bok atanlardan biriyim hatta. Alexi’nin kendi dehasına saygısı olmayan bir adam olduğunu düşünüyorum ve hakikaten hem onun adına hem de grup adına küçük küçük utanıyorum (bana ne oluyorsa). Fakat bu onların 90’ların sonlarında yaptıkları işleri asla gölgelememeli tabii. Bu nedenle fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür herkesi bu inceleme vesilesiyle Bodom’un ilk üç (dördüncüyü de işin içine katana laf etmem hatta) albümüne bir göz atmaya davet ediyorum; eminim bu kadar geç keşfettiği için başını taşlara vuran çıkacaktır.